Medici etkisi (Medici effect) esasında farklı görüşlerin ve farklı kökenden gelen insanların bir araya geldiğinde yaratıcılığın ve yenilikçiliğin artmasını işaret eden bir olgudur.
Medici bir ailenin adı… Rönesans döneminde, yani 1500’lü yıllarda Floransa’da yaşayan köklü ve varlıklı bir sülale… Ticaret ve bankacılıkla uğraşan Medici ailesi okullar açan, dünyanın farklı yerlerindeki farklı disiplinlerden sanatçıları ve bilim insanlarını maddi olarak destekleyen bir aileden söz ediyoruz. Böylesine bir vizyon sayesinde farklı kökenlerden, kültürlerden gelen insanlar arasında bir diyalog ve dayanışma ortamı oluşmuştu. (Leonardo da Vinci de yine Medici ailesi tarafından maddi olarak desteklenen önemli sanatçılardan biriydi mesela…)
Medici Effect adlı kitabın yazarı Frans Johansson’a göre farklı disiplinler ve kültürler bir araya geldiği zaman mevcut fikirler dallanıp budaklanır ve ortaya yepyeni fikirler çıkar. Farklı dünya görüşlerinin, düşüncelerin, sanat ve bilim anlayışlarının kesişmesi de inovasyonun oluşması için şahane bir ortam hazırlar.
Frans Johansson bu durumu anlatmak için New York’ta çalışan bir ünlü bir şefin hikayesini örnek veriyor. Marcus Samuelsson adındaki bu kişi New York’taki Aquavit adında nezih bir restoranda işe başlıyor. Daha sonra İsveç-ABD Ticaret İşbirliği Derneği’nin başkanıyla tanışıyor. Bu tanışma sonrası Samuelsson restoranda İsveç yemekleri ve İsveç baharatları da kullanmaya başlıyor. O dönem 1 yıldızlı bir restoran olan Aquavit, 3 ay içinde 3 yıldızlı bir restoran oluyor ve New York’un en popüler, en çok iş yapan restoranlarından biri haline geliyor.
Zira Samuelsson, Medici etkisiyle hareket ediyor burada. Yani İsveçli bir insanla tanışmış olmak, onun İsveç yemeklerini denemesine yol açıyor. Onu yeni şeyler deneme konusunda cesaretlendiriyor. Onun çağrışımsal bariyerlerini indiriyor…
Çağrışımsal Eşik Nedir?
Her gün zihnimizde binlerce çağrışım meydana gelir.
Frans Johansson şöyle diyor: “Bir aşçı balık pazarında gezerken bir balık gördüğünde aklına yeni bir tarif gelir, ancak aynı balığı gören bir yazar için söz konusu balık bambaşka bir çağrışım yapabilir.”
Çağrışımlar dünyayı anlamak ve zihnimizdeki bilgileri kategorize etmek için oldukça yararlıdır. Ancak çağrışımlar yaratıcı düşüncenin önünde engel olabilir. Bu nedenle kişi, bir şey gördüğünde aklına gelen ilk çağrışımın ötesine geçebilmelİdir.
Örneğin biri size “espresso” dese aklınıza muhtemelen Starbucks gelir.
Ancak şef Samuelsson’a espresso dendiğinde büyük ihtimalle bir sos tarifi gelirdi aklına. Onun çağrışımlara açık zihni, yaratıcılığının esas unsurlarından biri.
Çağrışımların Önündeki Engeller Nasıl Azaltılır?
Frans Johansson’un Medici etkisi adını verdiği bu olguyu birkaç aşamada özetlemek mümkün. Yani çağrışımlardan istifade etmenin bazı şartları vardır.
Farklı kültürlere açık olmanız gerek. Bir meseleyi farklı kültürlerden gelen insanların düşüncelerini gözeterek, farklı mesleklere sahip insanların yaklaşımlarını anlamaya çalışarak, farklı deneyimlere sahip insanları dinleyerek ele almak gerekir. Böylece tek bir meseleye çok farklı pencerelerden bakılabildiğini görürsünüz ve ufkunuz genişler.
Öğrenme yönteminizi değiştirin. Bir konuda uzmansanız, aynı konunun farklı uzmanlıklarını dikkate alın. Uzmanlık iyi bir şeydir ancak çoğu zaman kişinin görüş alanını kısıtlar, zira kişi söz konusu bir problemi daima tek bir yönden ele almaya çalışır. Bunun önüne geçmek için mesleğinizle alakalı ve mesleğinizden bağımsız kitaplar okumaya gayret edin. Diyelim ki elektronik mühendisi bir kişisiniz. Tüm arkadaş çevreniz de mühendislerden oluşuyor. Öyleyse yeni kişilerle tanışmaya çalışın. Sanatçılarla, müzisyenlerle, gazetecilerle, yani farklı mesleklerden insanlarla yakın ilişkiler kurmaya çalışın.
Düşüncelerinizin ve varsayımlarınızın tam tersini düşünmeye çalışın. Mevcut düşüncelerinizin ve varsayımlarınızın zıttını düşünün; durumlara farklı bir gözle bakmaya çalışın.
Çağrışımsal eşiğe dair bir araştırmadan da bahsedelim.
Ayak kelimesini duyduğunuzda aklınıza ne geliyor?
800 kişinin katıldığı bir araştırmada katılımcıların %86’sı akıllarına ilk olarak el, ayak parmağı, bacak sözcüklerinin geldiğini ifade etmiş. Diğer yandan 800 kişiden sadece birer kişi kar, şapka, köpek, fizik sözcüklerini düşünmüş. Yani bu kişilere “ayak” sözcüğü “fizik”, “kar,” “şapka” sözcüklerini çağrıştırmış.
Yine “emir” sözcüğü duyulduğundan bu katılımcılara ilk olarak hangi sözcüğü düşündükleri sorulduğunda yine büyük bir kesim, “askerlik, er, itaat” sözcüklerini düşünmüş. Sadece birer kişide “savaş, şapka, nezaket” sözcükleri çağrışmış.
Araştırmayı yapan J.P.Guilford (ki kendisi yaratıcı düşünme disiplininin kurucularından biri) çağrışımsal eşiği düşük kişilerin muhtemelen daha geniş bir düşünce yapısına sahip olduğunu, daha farklı ve yeni fikirler bulmaya daha elverişli olduklarını ifade ediyor.
Yani çağrışım eşiği düşük insanlar kendi meslekleri, uğraşları dışındaki şeylerle de ilişki kurarak düşünebiliyor.
Sonuç
İsveçli biriyle tanışması, Marcus Samuelsson’un çalıştığı restoranda İsveç yemekleri pişirmesine vesile oldu. Yani Samuelsson İsveçli biriyle tanıştığında “Neden İsveç yemeklerini denemiyorum ki?” diye düşünmüş ve sonrası ABD’nin en ünlü şeflerinden biri olmuş durumda.
Bu bağlamda size önerimiz, bir konu üzerinde çalışırken tıkandığınızda, ilhamınızı yitirdiğinizi zannettiğinizde beyin fırtınası yapmaya çalışın. O anki uğraştığınız şeyi bırakın ve başka bir şeyle ilgilenin, mevcut şeylere yepyeni açılardan bakmaya çalışın. Farklı mesleklerden arkadaşlarınızla sohbet edin. Farklı bakış açılarının size ihtiyaç duyduğunuz yaratıcılığı ve ilhamı vereceğine emin olabilirsiniz.