Ben Silbermann, hem Pinterest’in şu anki CEO’su hem de internetin yeni yıldızını sıfırdan bugünlere getiren vizyoner kurucusu. Pinterest’in Ağustos 2010’daki 5,000 üyesinden bugünkü 17 milyon üyeye olan yolculuğunun arkasındaki deha, geçtiğimiz günlerde şirketi nasıl kurduklarını adım adım dinleyenlerine anlattı.
Instagramın 1 milyar dolarlık bir satışla Facebook kapsamına girerek marketten çıkışıyla, Pinterst an itibariyle Silikon Vadisinin yeni gözde girişimi. Şirketin kapısından eksilmeyen yatırıcımların her biri yapacakları katkıyla girişimi multi milyarder bir noktaya getirmek istiyor.
2012 senesinin başlarında Silbermann Utah eyaletindeki Salt Lake City de bir konuşma yaptı. 45 dakika süren bu konuşmanın ana fikri başarılı girişimcinin nasıl doktor olma planlarını ardında bırakarak Pinterest’i kurduğu ve ekonominin oldukça sıkıntılı olduğu dönemde karşılarına çıkan krizleri aşarak nasıl bu günlere geldikleriydi. Silbermann, uzun dönemde nasıl başarılı bir şirket kurulur sorusunun canlı örneğini vermek için sahneye çıkmıştı.
Ben Silbermann alışıldık CEO’lardan değil. Tatlı dilli, Brooklyn’da veya San Fransisco’da yaşayan yirmili yaşlarda bir genç gibi giyinen bir CEO.
Ben Iowa’da doğup büyüdü. Des Moine bölgesinde yetiştirilen Ben’e göre, Des Moines gerçekten de çok güzel bir şehir. Ben, yapılan röportajlarda memleketine olan sevgisini sık sık dile getirmekten de geri durmuyor.
Benin hem annesi hem de babası doktordu. İki kız kardeşi de doktor olan Ben, geleceğinde hep doktor olacağını düşünmüştü. “Doktor olacağım fikrini o kadar kanıksamıştım ikinci kez düşünmeye gerek bile duymadım.”
Bir çocukken George Eastman, Walt Disney, and Steve Jobs gibi girişimcilere bakan Ben, onlarla kendisi arasında ortak bir yön göremiyordu. “Onlara bakış açımla Michael Jordan’a olan bakış açım aynıydı. İki kariyer de (girişimcilik ve ünlü bir basketbol yıldızı olmak) bana eş derecede uzaktı.”
Ben bu yüzden tıpta ilerlemeyi tercih etti, ta ki 3. sınıfta iş fikirleri aklını kurcalamaya başlayana kadar.
Bir danışman olarak işe girdi. “Ne yapmak istediğimi ve kendimi neyin içine soktuğumu bilmiyordum” diyor Ben o günleri yad ettiğinde. Bütün gün hesap kitap yapıyor, tablolarla ilgileniyordum.
İşe girdiği firmanın bilgi teknolojileri departmanında çalışıyordu Ben, bunun sebebi işe başvurduğunda sadece bu departmanda işe alım yapılıyor olmasıydı. Kendini teknoloji forumları okurken bulduğunu söyleyen Ben “bir gün içime garip bir his doğdu. Hayat hikayem buydu, ve ben bu hikayede yanlış yerde, yanlış roldeydim.”
Steve Jobs ve Bill Gates’in hikayelerini anlatan Silikon Vadisinin Korsanları filmini izlediğinde Ben’in aklında bir ışık yandı. Vadinin içerisine giren Ben, gün geçtikçe bu bölgeyi daha çok sevdiğini fark ediyordu. Coupa Café, Ben’in vadide zamanının çoğunu geçirdiği mekanı. “Burayı sevmemin özel bir sebebi var.” diyor Ben: “Gece gündüz fark etmeksizin insanlar bir şeyler üretiyorlar.” Vadiye taşınmasını ise şu kelimelerle anlatıyor: “Size ilham veren insanların olduğu bir yerde yaşamak bir girişimci olmak isteyenler için atılacak ilk adım olmalı.”
Danışman olarak çalıştığı şirketten ayrılan Ben, Google’da müşteri destek biriminde işe girdi. “Aynı pozisyon için başvuran diğer adaylardan çok daha hevesli ve heyecanlıydım: bence işe alınmamı bu sağladı.” diyor. Bir gün yaptığı bir röportajda: “İnternet için çalışmayı gerçekten çok seviyorum” demişti. Aslında Google’daki iş tanımı eski iş tanımından çok farklı da değildi. Yine veri analizi yapıyor ve bu verilere göre ürün tasarımını geliştirebilecek önerilerde bulunuyordu. Yani yine elinde tablolar vardı.
Ben için Google özel bir yere sahipti. Çünkü şirketin kurucuları gerçekten büyük hayallerle yola çıkmışlardı. “Bunlar her gün yürüdüğümüz sokakların fotoğrafını çekip internette paylaşan şirketler değil” diyordu Ben. “Bu şirketler bir fark yaratmak için buradalar.” Çalıştığı şirketi çok sevmesi, onlara öfkelenmesine engel değildi elbette. Google Ben’in üretim departmanında çalışmasına izin vermiyordu, Ben de bu durumdan çok rahatsızdı, özel hayatında sürekli bundan yakınıyordu. Bir gün bu yakınmalardan çok sıkılan kız arkadaşı sonunda ucu Pinterest’e çıkacak o cümleyi söyledi: “Eğer bunu çok istiyorsan yakınmayı bırak ve isteklerinin peşinden git.”
Genç girişimci o günleri anarken şöyle diyor: “Eğer gerçekten şanslıysanız hayatınızda size yakınmayı bırakıp harekete geçmenizi söyleyecek birileri vardır.” Google’daki işini de bırakan Ben, kendini hiç o kadar iyi hissetmediğini söylüyor. Tabii bu durum çok uzun sürmedi diye de ekliyor: “Ben işi bıraktıktan sadece bir hafta sonra ekonomi çöktü.”
Ona katılmak için işi bırakmayı düşünen arkadaşları bu son faciadan sonra öyle düşünmüyordu tabii. Google’da çalışmaya devam ediyorlar, bedava yemeklerin tadını çıkarıyorlar ve Ben’e “işler nasıl?” diye sormaktan geri durmuyorlardı. Ben işten ayrıldıktan sonra para toplamaya çalışsa da şansı çok yaver gitmemişti: Zengin insanlar varlıklarını bu dengesiz ekonomide yatırım yaparak değerlendirmek yerine altına yatırmayı tercih ediyordu. Ben’in takım arkadaşı arayışı: New York’ta yaşayan üniversite arkadaşı Paul’la yolları yeniden kesiştiğinde son buldu. Paul, Ben ile beraber Pinterest’in kurucu ortağı olmuştu.
İki ortağın ilk işi Tote adlı bir ürün tasarlamaktı: Tote telefonunuzdaki her şeyi düzenleyen bir katalog uygulamasıydı. “Başlarda her şey çok zor görünüyordu. Para toplayamıyorduk. Uygulamalar daha yeni yeni piyasaya çıkıyordu, onay süreci neredeyse aylar alıyordu.”
Ben’in takvimi onlarca potansiyel yatırımcıyla yapılacak toplantılarla doluydu. Ne yazık ki Ben her birinden eli boş dönüyordu. Bu zor dönemi aşmalarına yardımcı olan iki şey vardı: Birincisi, Google’a asla geri dönmek istememesiydi. İkincisiyse ta New York’tan gelip ona katılan Paul’ü yüz üstü bırakma korkusuydu.
Sonunda bir yatırımcıdan çek almayı başardılar: Ben tek tek kendisini reddeden bütün yatırımcıları aradı ve onlara şöyle dedi: “Bu muhteşem fırsatı kaçırıyorsunuz, geleceğin altın madeni burada yatıyor.” İddialı sözleri işe yaramışa benziyordu.
Bir süre sonra Ben ve Paul’ün çalışmaları Tote’dan uzaklaşarak Pinterest’i şekillendirmeye başladı. Ünlü girişimci o günleri yad ederken şöyle diyor: “Hep sağdan soldan topladığımız şeylerin bizim hakkımızda çok şey söylediğini düşünmüşümdür, çocukken yaptığım böcek koleksiyonum benim için Pinterest 1.0’dı.”
New York’ta yaşayan bir arkadaşını ziyarete gittiği günlerde arkadaşı, kendi arkadaşlarından birini Ben’le tanıştırarak bilmeden de olsa Pinterest için büyük bir adım atmıştı. Evan Sharp’la tanışan Ben, hemen oracıkta Evan’la pinterest üzerine konuşmaya başlamıştı. “O günlerde Evan’la tanışmak bana ilaç gibi gelmişti: sanki aynı dilden konuşuyorduk, ne dediğimi bir tek o anlıyordu…” İkili bu konuşmaların üzerine beraber çalışmaya karar verdi ve pinterest’in kurucu kadrosuna Evan Sharp da katılmış oldu. “Pinterest’in bugünkü tasarımı aslında Evan’ın fikriydi.” diyor Ben.
Pinterest piyasaya sürüldüğünde Ben yeni ürünlerini California’daki tüm arkadaşlarına yollamıştı. “Hiç kimse Pinterest’in arkasında yatan fikri anlamamıştı” diyor Ben. Ama geri dönmek için çok geçti. Artık harekete geçmenin zamanı gelmişti. Des Moines’ta yapılan pazarlama çalışmalarıyla uygulamanın ilk kullanıcı kitlesine ulaşmıştı. “En büyük pazarlamacımız kendisine muayene için gelen bütün hastalarına uygulamamızı kullanmalarını öneren annemdi sanırım” diyor Ben.
2010 yılının mayısında Victoria adlı bir kadın Pinterest’i çok geliştirecek bir programla çıkageldi. Başkalarının pinledikleri şeyleri iletmeye yarayan bu program sayesinde kullanıcılar bir başkasının panosunu paylaşabiliyor, birbirlerine evin onlar için ne ifade ettiğini gösteren tablolar yollayabiliyordu. Bu, Pinterest’i bir adım ileri taşıyan ikinci büyük hamle oldu. Bir anda kullanıcılar Pinterest’i kullanıcıların tasarladıklarının ötesinde bir noktaya götürmüştü: “Ölüm yıldızına benzeyen şeyler”, “tur rehberleri”, “harika koleksiyonu” isimli panolar oluşturuyorlar ve bu panolar sürekli gelişiyordu.
O günlerde Pinterest’i bütçesi bir ofis kiralamaya yetmiyordu, bu yüzden küçük bir evde çalışıyorlardı. Hatta bu evde yaşayan birisi bile vardı: Dave. Dave şirketin çalışanı da değildi üstelik. Kısıtlı imkanlarla bu küçük evi ofis gibi kullanıyorlardı, mutfak masası onlar için konferans odasıydı.
Ben işlerin nasıl ilerlediğini gördüğünde doğru yolda olduklarını anlamıştı. “Teknoloji çok rekabetçi bir sektör. Sadece birinciye yer olan bir sektörden bahsediyoruz. İlk gelen her şeyi alır, ikinciyeyse sadece artıklar kalır.”
Peki, Pinterest nereye gidiyor? Ben Pinterest’in yeni amacının size hayatta en çok değer verdiğiniz, önemsediğiniz şeylere ulaştırmak olduğunu söylüyor. Örneğin Pinterest kullanıcılarından birisi, adını paylaşmak istemeyen bir mücevher tasarımcısı gelecekte yapmak istediği bütün tasarımları Pinterest’te paylaşıyor.
Pinterest’in amacı sizi çevrimiçi dünyadan kurtararak hayatınızda sevdiğiniz şeyler yapmaya yöneltmek. Pinterest aynı zamanda güzel şeyler keşfettiğiniz bir mecra olmak da istiyor. Aradığınızı bilmediğiniz ama bulduğunuzda size: “İşte bu!” dedirtecek şeyler… Örneğin küçük bir kitapçı. Ya da yeni açılan bir modern sanat müzesi.
Günümüzde piyasa değeri yaklaşık 11 milyar dolara ulaşan Pinterest’in 3 bine yakın çalışanı ve devasa bir ofisi bulunuyor. Ve tüm çalışanlar da size sevdiğiniz şeylere ulaştırmak için ellerinden geleni yapıyorlar!