Perşembe, Kasım 21, 2024
Ana SayfaTasarruf Etme | Tasarruf Nasıl Yapılır?Parayı Boşa Harcadığımız Yerler

Parayı Boşa Harcadığımız Yerler

Biz insanlar, piyasadaki bir çok şeye haddinden fazla para harcıyoruz. Ne de olsa harcamazsak para tek başına bir işe yaramıyor değil mi? Hayattaki en değerli varlığımızı(vaktimizi) para kazanmak için kullanırken kazandığımız paraları israf etmekten kendimizi alıkoyamıyoruz. Ve daha iyi bir hayata sahip olma arzusuyla canımızı dişimize takarak çalışırken kendi hayatımızı tükettiğimizin farkına varamıyoruz. Sonuç itibariyle ayın sonunun gelmesini dört gözle bekleyen yorgun bir insan yığınına dönüşüyoruz. Bu yazıda zorla kazandığımız paraları boşa harcadığımız, israf ettiğimiz yerleri gözden geçireceğiz. Peki siz bu maddelerden kaç tanesine para harcıyorsunuz?

 

1- Sigara

Sigara sağlığınız için zararlı. Sigaranın kansere ve pek çok diğer hastalığa neden olduğu kanıtlandı. Kendinize ne derseniz diyin sigara içmenin size hiçbir faydası yok. Özellikle de söz konusu cebinizdeki para ise. Sigarayı bırakmanız için yüzlerce sebep var aslında.

En başta sigara sadece tütün içermiyor. İçerisinde 599’den fazla katkı maddesi de bulunuyor. Bu 599 katkı maddesi, tütünün yakılmasıyla birlikte 4000 farklı kimyasala dönüşüyor. Bu kimyasallardan 69 tanesinin de kansere neden olduğu biliniyor. Sigara içenlerin içine çektikleri bu sevimli kimyasallardan bazıları karbonmonoksit, azot oksitleri, hidrojen siyanürleri ve amonyaktır. Başta bahsi geçen 599 katkı maddesi, Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) tarafından güvenli/tehlikesiz olarak kabul edilmiştir fakat bu kabul sigara yakılmadan öncesi için geçerlidir. Sigara yakıldıktan sonra bu katkı maddelerinin güvenli bir yanı kalmaz. Sigara içerek paranızı onaylanmamış kanserojen bir maddeye harcıyorsunuz.

Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi’ne (CDC) göre:

Dünya çapında tütün yılda 5 milyondan fazla ölüme neden oluyor ve mevcut eğilimler de tütünün 2030 yılına kadar yılda 8 milyondan fazla insanın ölümüne yol açacağını gösteriyor. Türkiye’de sigara, her yıl yaklaşık olarak 100.000 ölüme neden oluyor. Başka bir deyişle bu sayının, Türkiye’de bir yılda gerçekleşen her 4 ölümden 1’sine tekabül ettiği anlamına geliyor. Tütün; insan bağışıklık eksikliği virüsü (HIV), yasadışı uyuşturucu kullanımı, motorlu araç yaralanmaları, intiharlar ve cinayetlerdeki ölümlerin toplamından daha çok ölüme sebep olmaktadır. Sigara, erkeklerde akciğer kanseri ölümlerinin tahmini %90’ına ve kadınlarda akciğer kanseri ölümlerinin ise tahmini %80’ine neden olmaktadır.

Sigara, son ana kadar acı çektiren bir ölüm cezasına benzer. Sigara sizi öldürmezse hasta olmanıza neden olur. Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi’nin sigara içenler ve içmeyenleri karşılaştırdığı bir rapora göre sigara, bağışıklık sisteminin ve diğer vücut fonksiyonlarının verimliliğini azalttığı için sigara içen insanlarda şu rahatsızlıkların oluşma riskini arttırıyor:

  • koroner kalp rahatsızlığı riskini 2 ila 4 kat,
  • felç riskini 2 ila 4 kat,
  • erkeklerde akciğer kanseri riskini 23 kat,
  • kadınlarda akciğer kanseri riskini 13 kat,
  • kronik obstrüktif akciğer hastalıklarından (kronik bronşit ve amfizem gibi) kaynaklanan ölüm riskini 12 ila 13 kat arttırır

Peki sigara bu kadar zararlıysa insanlar neden sigara içmeye başlıyor? Ana sebepler:

  • Medya reklamları
  • Genetik yatkınlık
  • Ailevi baskı
  • Stresi azaltma isteği
  • Sigara içmenin kendini tedavi etme seansı olarak görülmesi
  • Sigaranın iştah bastırıcı özelliği
  • İsyan
  • Sosyal faydalar
  • Akran baskısı

Bu sebeplerden bazıları anlaşılabilir ve en başından beri fayda sağlıyormuş gibi durabilir. Örnek verecek olursam stresi azaltma kulağa hoş geliyor. Ancak gerçek çok farklıdır. Asıl problem, birkaç gün sigara içmeyle bile bağımlısı olabileceğiniz, inanılmaz bir şekilde güçlü olan nikotin bağımlılığı devreye girdiğinde sigaranın kendisinin bir stres etkenine dönüşmesidir. Nikotin bağımlısı olmak size ekstra olarak bir stres yükler. Sigara içmek de size ekstra olarak yüklenen stresten kurtulmanızı sağlar. Bu duruma yalancı stres azalması denilebilir. Kısaca sigara stresi önce kendisi oluşturur ve sonra içtiğinizde bunu azaltır.

Bunların yanında nikotinin fazlasıyla tesirli, karşı koyması güç ve çabuk bir şekilde bağımlılık yaratan bir madde olduğunu asla unutmayın. Karşılaştırmak gerekirse nikotin:

  • Alkolden 1000 kat,
  • Uyku haplarından 10-100 kat,
  • Kokain ve morfinden ise 5-10 kat daha tesirlidir.

Peki ya sosyal faydaları? Yeni birileriyle tanışırken yaşanan o garip anları atlatmak için elinizde oyalanıp dikkatinizi dağıtabileceğiniz bir sigaranın olması harika değil mi? Böyle bir durumda asıl yaşanan şey, sizin sadece kökleri çok daha derinde yer alan bir problemin semptomunu az biraz da olsa düzeltmiş olmanızdır. İnsanlarla rahat bir şekilde konuşabilmek için biyolojik olarak size zarar veren bir araca ihtiyaç duyuyorsanız daima tüm dikkatinizi mantıksız bir dayanak olan sigarayı kullanmak yerine toplumsal korkuların üstesinden gelmeye vermelisiniz.

Listenin geri kalanının sağlığa zararlı olduğu ve bırakması oldukça zor olduğu bu kadar bilenen bir alışkanlığa başlamak için fazlasıyla sığ ve kötü sebeplerle dolu olacağının sizler için açık olması gerekir. Sigaranın pahalı olmasına değinmeye gerek bile duymuyorum.

Çok, çok pahalı da dense yeri! 2011 yılında bir paket sigaranın ücreti 4.5  ile 7 TL arasındaydı. 2018 yılında ise sigara ücret aralıkları 9 ile 13.5 TL olarak değişti. Ortalama fiyatlardan hesaplayacak olursak günde 1 paket sigara içiyorsanız, haftada 77 TL harcamış olursunuz. 1 yıllık sigara masrafınız ise 4.004 TL olur. Yakın zamanda yapılmış bir araştırma, İstanbul’da ortalama 30.000 TL yıllık gelire sahip sigara içen birinin, gelirinin %15’ini sigaraya verdiğini gösteriyor. Bu insanlar gelirinin %15’ini sadece ilk bir kaç hafta sağladığı yatıştırıcı etkiden başka bir faydası olmayan, kansere yol açtığı kanıtlanan ve hayatlarını en az 10 yıl kısaltan bir şeye harcıyorlar.

Kendinize: ‘Sigara kansere yol açsa da öldüğü güne kadar sigara içen ve içmekten zevk alan insanlar biliyorum.’ diyebilirsiniz. Maalesef yanılıyorsunuz. Sigara içen insanların %69’u sigarayı tamamen bırakmak istediğini  ve %52’si ise sigarayı bırakmayı denediğini kabul ediyor. Sağlığınızı ve paranızı boşa harcamak mı istiyorsunuz? Bir paket sigara alın derim.

Maalesef ki, elimizde var olan mevcut onca bilgiye rağmen her gün 18 yaşından küçük 4.000 çocuk ilk sigarasını içiyor, ve her gün 18 yaşından küçük 1.000 çocuk düzenli olarak sigara içmeye başlıyor. Sigarayı bırakmayı deniyorsanız davranışlarınızı değiştirmenin ve alışkanlıklarınızı bırakmanızın pek çok yolu var. Kendinizden vazgeçmeyin çünkü siz buna değersiniz!

 

2- Özel Tasarım Kıyafetler ve Moda

Paramızı israf ettiğimiz bir başka alan ise özel tasarım kıyafetler ve modadır. Marka kıyafetler giymenin daha ‘havalı’ göründüğüne ve daha iyi kalite anlamına geldiğine inandırılarak dünya çapında milyarlarca insanın beyinleri yıkanıyor. Bazen bu durum gerçeği yansıtsa da asıl olan durum farklıdır.

Konu güneş gözlükleri, saatler, şapkalar, el çantaları, pantolonlar, ceketler, ayakkabılar ya da diğer maddi mal varlıkları olsun dünyadaki çoğu insan, gözde tasarımcılarının yaptığı herhangi bir eşyaya veya maddeye sahip olmazlarsa mutlu olmuyorlar. Problem, tasarımcıların normalde en uygun mağazalarda satılması gereken ürünleri, mal olacağı fiyata ürettikleri kıyafetleri fahiş fiyatlara satmaları aslında. Kıyafetlerin üzerine kendi isimlerini koymaları ve binlerce insanın uzun süre çalışmalarla başaracağı işi tecrübeleriyle kısa sürede yapmaları bu kıyafetlerin fiyatlarına çoğu zaman binlerce lira ekliyor.

Beyin yıkama olayı, insanların her sezon değişen modaya ayak uydurmak için yeni kıyafetler almak için birbirleriyle yarışmada diretmeleriyle daha da ileri gidiyor. Yüksek kaliteli kıyafet firmaları ve tasarımcıları, zor şartlar altında kalarak kazandığınız paraları ‘topluluğa’ ayak uydurmak için fahiş fiyatlarla kıyafetlerini satın almazsanız ‘havalı’ olmayacağınıza sizi inandırıyorlar. Müşterilerini sörmümenin ne de yaratıcı bir yolu ama!

Bahsi geçen beyin yıkama olayı reklamlar, ünlülerin tapılırcasına sevilmesi ve firmaların/bağımsız tasarımcıların sizin güvensizlik duygularınıza yaptığı yatırımlar olarak karşımıza çıkıyor. Önemli bir danışmanlık firması olan Prophet’in Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı olan David A. Aaker’e göre:

Üretilen kıyafetlerin fiyatlarla bir alakası yoktur. Üretilen kıyafetleri kimin giyeceği, kimin tasarladığı ve kimin sattığı ile alakası vardır.

Yukarıda da bahsedildiği gibi olayın fiyatla bir alakası yoktur. Çevrenizdeki herkesle rekabet etmekle alakası vardır. Peki ne için? En havalı gözüken kişi olmak için mi? Yetişkinseniz ve hala neyden bahsettiğimi anlamadıysanız, diğer insanların sizin hakkınızda ne düşündüğünün hiçbir önemi yok. Bu konunun önemli olduğu belki de tek zaman iş görüşmesine gideceğiniz zamandır. Çünkü iş size kendi ayağınızın üzerinde durmanıza yardımcı olur. Olası işvereniniz, sizin gardıropunuza değil tek bir kıyafetinize bakar. Bu durumda bile gömleğinizin üstünde piyasadaki en uygun mağazadan alındığını belli edecek herhangi bir logo olmazsa patronunuzun giyim kuşamınıza ne kadar para harcadığınız konusunda EN UFAK BİR FİKRİ olmayacağı hiç düşünmüş müydünüz? Şık ve düzgün giyindiğiniz süre boyunca, ki önemli olan asıl şey budur, 200 liralık gömlekler değil de 50 liralık gömlekler bile şık ve düzgün görünmenizi sağlayabilir.

Bütün giyecek piyasalarında astronomik bir fiyat artışı yaşanmaktadır. Bu konu özellikle tasarımcı kıyafetleri konusuyla alakalıdır. Çoğu mağazanın büyük bir indirim kampanyasından hemen önce fiyatları yükselttiğini zaten duymuşsunuzdur. İndirimdeki bir ürüne normal fiyatından daha fazla para ödemiş bile olabilirsiniz. İşte bu yüzden gözde tasarımcılarınız çok katlı köşklerde yaşıyor, bir ömrünüzde kazanacağınız bütün paradan daha pahalı olan arabaları sürüyorlar ve kendi adalarını bile satın alabiliyorlar. Kısacası sizi kandırarak bunu başarıyorlar. İstedikleri önlerinde istemedikleri arkalarında. Peki siz neye sahipsiniz? Onların tasarladıkları kıyafetlere sahipsiniz. Süpermiş gerçekten!

 

3- Şans Oyunları Oynamak

Bir dağ aslanı tarafından öldürülme ihitmaliniz ya da sokakta başınıza yıldırım düşmesi ihtimali piyangoyu kazanma ihtimalinizden çok daha fazladır. Bu ihtimallerin olacağına inanıyorsanız şans oyunlarına para yatırabilirsiniz. Şans oyunlarına ‘şans oyunu’ denmesinin bir nedeni vardır ve o şans genellikle de size gülmez.

Mutlaka okuyun: Mili piyangoyu kazanmayı garantilemek ister misiniz?

 

4- Yeni Arabalar

Yeni bir araba almak paranızı har vurup harman savurmanın en iyi yollarından birisidir. Sıfır arabanıza binip arabanın kontağını çalıştırdığınız an, arabayı her ne kadar saniyeler önce almış olsanız da değeri yaklaşık %10 oranında azalır. Yani 100 bin TL verip aldığınız bir arabanın kontağını çevirdiğiniz an değeri 90 bin TL’ye düşmüş oluyor.  4 tekerlekli göz bebeğiniz, üçüncü yaşını doldurmasına yakın menşe fiyatına kıyasla değer kaybı %20’lere ulaşır. Arabanızı 3 yıldan fazla kullanmayı planlıyorsanız işler o zaman daha kötüleşiyor. Arabanız ne kadar eski olursa kendisini amorti etme ihtimali o kadar azalır.

Herhangi bir kazaya karışıp karışmayacağınızı kesin olarak bilmenin mümkün olmadığını da aklınızdan çıkarmayın. Unutmayın, siz dünyadaki en iyi şoför olabilirsiniz fakat peki diğer sürücüler öyle mi?

 

5- Şişelenmiş Su

Şişelenmiş su, tamamiyle gereksiz bir masraf olmasının yanı sıra aynı zamanda pek çok sebeple çevreye ve cebinize de fazlasıyla zararlı.

Plastik şişelerin içinde bulunan maddeler ve birçok plastik hakkında güvenlik ve sağlık konusunda devam eden tartışmalar varken tartışılmayan tek şey plastik şişenin doğaya olan etkisi ve zararları. Şişelenmiş su, zaten kötü durumda olan doğayı oldukça olumsuz bir şekilde etkilemekte. Plastik şişeleri geri dönüşüm kutularına atmanız o şişenin geri dönüştürüleceği anlamına gelmiyor. Çünkü geri dönüşüm kutusuna attığınız şişe, büyük ihtimalle bir tane katı atık depolama sahasına veya Pasifik Okyanus’una atılacak.

Satın aldığınız ve daha sonra fırlatıp attığınız bir şişenin geri dönüşümle kazanılma ihtimali ortalama %28’dir. Uygunsuz geri dönüşüm uygulamaları ve dünya çapındaki plastik şişe kullanımının artması yüzünden Pasifik Okyanusu’nun bazı bölgelerinde planktondan çok plastik parçaları bulunmaktadır. Deniz canlıları bu plastik parçalarını tüketiyor. Daha sonra bu canlılar yakalanıyor ve doğruca sizin tabaklarınıza geri dönüyor. Yani siz fırlatıp attığınız su şişelerini yiyorsunuz ve bu maalesef yadsınamaz bir gerçek.

Buna ek olarak şişe suyu içmenin musluk suyu içmekten daha sağlıklı olduğunu kanıtlayan bilimsel bir araştırma da yok. Musluk suyumuz temiz değilken, zararlı maddeler, plastik, böcek ilacı ve tehlikeli diğer elementleri içeriyorken şişelenmiş suların aynı maddeleri içermediğini kanıtlayan herhangi bir belge de ortada yok. Evinize su filtresi alıp kendi evinizde kendi BPA içermeyen su şişenizi doldurabilirsiniz. Evinizde kendi su şişenizi doldurmanızın en iyi nedeni uzun vadede size oldukça fazla para biriktirmesidir.

İşin daha da kötüsünü söylemek gerekirse şişelenmiş su, musluk suyundan da 1000 kat daha pahalı. Evet, yanlış duymadınız, aylık olarak her halükarda ödediğimiz musluk suyundan daha pahalı. Peki ya en kötü kısım ne? Pek çok araştırma şişelenmiş suların büyük çoğunluğunun musluk suyu olduğunu ortaya koydu.

Türkiye’de bir insan ortalama her yıl 167 adet plastik şişede su tüketiyor. Bu şişelenmiş su maliyetini kendi harcadığınız parayı hesaplamak için kullanabilirsiniz fakat şimdilik sizi ortalama kategoride değerlendirelim. Şişesi 1 liradan yılda 167 şişe şişelenmiş su içtiğinizi varsayarsak karşınıza yılda 167 lira gibi bir masraf çıkar. Bu masrafı, su filtresi alıp kendi suyunuzu kendiniz doldurduğunuzda oluşacak masrafla karşılaştırdığınızda su filtresi kendisini bir yılı bulmadan karşılamaya başlayacaktır. Su filtresinin ve su şişelerinin neredeyse sonsuza dek kullanılabileceğini de unutmayın.

Milyarlarca lira değerindeki şişelenmiş su sektörü dünyadaki en karlı işlerden birisidir ve aynı zamanda tamamiyle bir sahtekârlık abidesidir.

 

6- Düğünler

Düğün: Facebook’ta en başta gelen dedikodu kaynaklarından ve çiftler ve aileler içinse en büyüy stres kaynaklarından biri. Küçücük kızlar daha yürümeye bile başlamadan düğün ve evlilik romantikleştirilerek akıllarına işlenir. Çok eski zamanlardan beri insanlar, ilişkide mutluluğun ve başarının zirvesinin bütçenizi alt üst eden, tek günlük bir masraftan başka bir şey olmayan evliliğe varmasının gerektiğini düşünmüşlerdir. Evliliklerin çoğu zor durumlar altında sona eriyor ve çiftler geri kalan hayatlarına devam edebilmek için bankalardan kredi çekerek büyük borçlar altına giriyorlar. Birçok evliliğin de parasal konularla ilgili çıkan tartışmalar sonucunda bittiğine de pek şaşırmamak lazım.

Evlenecek çiftlerin büyük çoğunluğu, evde yaptıklara hesabı çarşıya uyduramayarak günün sonunda düğünlerine ayırdıkları bütçeden daha fazla para harcıyorlar. İsteğe göre kişiden kişiye değişen bazı istekler de (gelinlik, makyaj ve saç, orkestra, dekorasyon, yiyecek, düğün şekerleri, davetiyeler, fotoğrafçı… bu liste uzadıkça uzar) eklendikten sonra bir düğünün maliyeti, genellikle evlenen çiftin alacağı yeni evin ön ödemesine yakın bir fiyat oluyor. Sanırım ortalama bir orkestra fiyatının 2000 lira ve ortalama bir fotoğrafçının fiyatının ise 1.500 lira olduğunu söylersem düğünün neden bu kadar maliyetli olduğunu anlamak daha da kolaylaşır.

2017 yılında Türkiye’de evlenecek çiftler ve aileleri, düğün için ortalama 28.500 TL harcadı. Bu miktar tamamen israf edilmiş bir para. Özellikle de 24 saatten kısa süren bir şey için harcanıyorsa.  Bu durum, evlenen çiftlerin evliliklerini kutlamak için çiftlerden birisinin yıllık gelirinin neredeyse tamamını harcadıkları anlamına geliyor.

Geleneksel düğünler tamamen fuzulidir ve geri kalan zorlu yaşamınıza da maddi açıdan geride başlamanıza neden olur. “Düğünlerin Boşa Harcanan Bir Para Tuzağı Olduğunu Neden Düşünüyorum” başlıklı makalede kadınlara bir düğün için binlerce lira harcamamaları gerektiği anlatılıyor.

Üzgünüm prenses, bir prenses olmuyorsun. Bir uyanık oluyorsun. Güven bana, uyanık olmak daha iyidir.

Binlerce lira harcayıp düğün yapmaktansa bir gününüzü dünyanın hiç gitmediğiniz bir yerine giderek geçirirmeniz sizin yaratıcılığınızı geliştirmenizi sağlar. Düğünüzün düşük maliyetli, yaratıcı ve akılda kalıcı bir deneyim olmasını sağlayacak bir sürü uygulayabileceğiniz Kendin Tasarla Düğün Fikirleri var. Aynı zamanda bazı fuzuli masraflardan kaçınarak bütün hayatınız boyunca hayalini kurduğunuz geleneksel düğününüzü daha ucuza yapmanın bir sürü yolu var.

Düğünler peri masalı değil. Düğünler, olabildiğince para harcamanızı isteyen milyar  dolarlık bir endüstrinin parçasıdır. Peki bunda bu kadar romantik olan şey ne?

Unutmayın, evlilik gerçek aşk demek değildir.

 

7- Kağıt Havlu

Bir ton kâğıt havlu yapımında 17 ağaç ve 75 ton su kullanılır. Türkiye’de her gün 1534 ton kağıt havlu tüketilmektedir. Sadece Amerikalılar ellerini kurutsun diye her gün 25.000 ağaç ve 226.000 ton su kullanılıyor.

Çözüm basit. Markete gittiğiniz her seferde tek kullanımlık kâğıt havlulara para harcamaktansa tekrar kullanılabilir bulaşık kurulama bezlerinden sadece bir kere almanız yeterli olacaktır. Kirlendiklerinde bu bezleri yıkayın, kurulayın ve bu döngüyü uygulamaya devam edin. Kağıt havluları kullanmanın cazip geldiğini biliyorum fakat çevreye verdiği zararın farkında mısınız?

 

8- Elmas/Mücevher

İnsanların büyük çoğunluğu gerçek aşkı sembolize etmek için elmaslar ve mücevherleri hediye olarak alıyor. Tabii ki uzun süredir yapılan bir şey de değiller. Nişan hediyesi olarak elmas yüzük almak sadece bir asır kadar eski bir uygulama. Üstelik insanların bunu yapmasının tek sebebi, harika bir fikir olmanın yanında çok da önemli olan bir düşüncenin hepimizi ikna etmesi. Sizce de elmaslar ve diğer kıymetli mücevherler harika bir yatırım aracı değil mi? Yanılıyorsunuz. Bu efsane defalarca çürütüldü.

Mücevherin değeri enflasyonla aynı oradan artar fakat mücevheri aldığınız fiyatın yarısına satabilirseniz şanslısınız demektir. Mücevherinizi satmaya çalışmanın en büyük problemi lüks mücevher dükkanlarının genelde kıymetli taş ve metalleri geri satın almamasıdır. Bu dükkânların genelde verdikleri fiyat, bir toptancının verdiği fiyatla yarışacak kadar düşük olur ki size teklif edilen fiyat ödediğiniz fiyatın yanından değil yakınından bile geçmez.

Elmaslar ve mücevherler israf edilen paralardır ve akıllı bir yatırım kesinlikle değillerdir. Toplum tarafından size öğretilmiş burjuvazi zevklerinizi gözden geçirmenizde ve özgün, yaratıcı ve zarif mücevherler için internetteki sitelere bakmanızda fayda var. Ayrıca, yumurtaların hepsini bir sepete koyma riskine değer mi? 10.000 lira değerinde bir elmas yüzüğe sahip olmanız demek yüzüğünüz kaybolduğunda veya çalındığında 10.000 liranızın da kaybolup gitmesi demektir.

Piyasada bulunan ve tam olarak ne kadar olduğu bilinmeyen bir miktar kanlı elmasın olduğunu ve kıymetli taşlarınızın kaynağından emin olmanın zor olduğunu da unutmamak gerekir. Ayrıca, aşırı lüks taşlarınızı takıp dışarı çıktığınızda farkında olmadan kölelik, ıstırap ve toplu ölümleri destekleme ihtimalinizin yüksek olduğunu tüm dünyaya duyurmuş oluyorsunuz.

 

9- Fast food

Fast food: hızlı, pratik, ucuz ve tamamen israf edilmiş bir para. 1970 yılında insanlar fast food’a 6 milyar dolar para harcadı. 2000 yılında bu miktar 110 milyar dolara çıktı ve yıldan yıla giderek artmaya da devam ediyor.

Fast food ucuz gibi görünebilir fakat aslında aldığınız her lokma hem cebinize hem de sağlığınıza zarar veriyor. Tabi ki 10 liraya sizi tıka basa doyuracak bir menü alabilirsiniz peki buna değer mi? Bırakın 10 lirayı 1 lira bile herhangi bir fast food mağazasının yüksek kalorili besinlerine ya da sizin sağlığınıza verdiği zarara değer mi? Peki ya peynirli burger? Cevap basit. Hayır. Bu basit cevaba bir göz atalım.

“Fast Food Ulusu: Amerikan Yemeklerinin Karanlık Yüzü” adlı kitabında Eric Schlosser fast food’un arkasında yatan acı gerçeği şöyle açıklıyor: Yemeğin tadı çok güzel fakat bir o kadar da sağlığa zararlı. Fast Food Ulusu kitabından yapılan bir alıntıda Schlosser açıklıyor:

Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi, kullandıkları kimyasallar idare tarafından GRAS (Genellikle güvenilir kabul edilen) kimyasallar olduğu sürece yiyecek firmalarına katkı maddelerini açıklama zorunluluğu getirmiyor. Kamuoyu bilgilendirmesinin zorunlu olmaması bu tür firmalara formüllerinin sırrını koruma imkânı sağlıyor. Aynı zamanda genellikle yiyeceklere tadını veren açıklanmış maddelerden daha fazla katkı maddesi içeren lezzet bileşimlerini gizleme imkânı da sağlıyor. Her yerde yazan “yapay çilek aroması” yazısı bize kimyasallarla yapılan oyunlar ve fazlasıyla işlenmiş gıdanın tadını bize çilek gibi gelmesini sağlayan üretim becerileri hakkında ufak ipuçları veriyor.

Çilekli milk shake’de bulunan tipik bir yapay çilek aroması aşağıdaki maddeleri içerir: amil asetat, amil bütirat, amil valerat, anetol, anisil format, benzil asetat, benzil izobütirat, bütrik asit, sinnamil izobütirat, konyak özü, diasetil, dipropilketon, etil asetat, etil amilketon, etil bütirat, etil sinnamat, eil heptanoat, etil heptilat, etil laktat, etil methilasetophenon, etil nitrat, etil propionat, etil valerat, heliotropin, hidrosifenil 2 bütanon (alkol çözeltisinde yüzde 10), a-iyonon, izobütil antranilat, izobütil bütirat, limon özü, maltol, 4-metilasetophenon, metil antranilat, metil benzoat, metil sinnamat, metil heptan karbonat, metil naftil keton, metil salisilat, nane özü, çiçek yağı özü, çiçek yağı, neril  izobütirat, süsen yağı, petenil alkol, gül, rom eteri, y-undekalakton, vanilya ve çözücü madde.

Size bir ipucu: yukarı yazılan maddelerin hiçbiri sizin vücudunuza ait değil ve bu yazılanlar binlerce üründe bulunan katkı maddelerine sadece bir örnek. Buna rağmen 6 ve 14 yaş arasındaki çocuklar ayda birçok kez fast food yiyor. Bunun en büyük sebeplerinden birisi sizin sürekli daha fazla fast food istemenizi sağlayan kimyasallarla yapılan oyunlardır. Basitçe söylemek gerekirse fast food bağımlılık yaratır.

Çok az bile olsa fast food yemenizi tavsiye edecek doktor bulmak neredeyse imkânsıza yakındır. Örneğin İngiltere’deki doktorların çoğu okul çevresindeki fast food zincirlerine yasak getirilmesini istiyor çünkü fast food’un yaygınlaştığının ve bunun bir sonucu olarak obeziteye neden olmasının ne kadar ciddi bir konu olduğunun farkındalar. İşte bu yüzden fast food fuzuli harcamadan başka bir şey değildir. Düzenli olarak fast food yiyince ölüm sebebinizin açlık olmayacağı kesin gibi bir şeydir çünkü düzenli olarak fast food yedikçe obez olma ve ciddi kalp problemleri yaşama olasılığınızı artırıyorsunuz.

En çok sevdiğiniz fast food zincirinin besin değerlerine bir göz atın derim. Tek başına bir Big Mac 540 kalori, 29 gram yağ ve 1040 miligram sodyum içerir. Hamburgerin yanında menü olarak gelen patates kızartmalarını da eklersek fazladan 500 kalori, 25 gram yağ ve 350 gram daha eklemeniz gerekir. 2000 kalorilik bir besin programı temel alındığında, hamburger ve patates kızartmaları içeren tek öğünlük yemeğiniz günlük almanız gereken kalori miktarının %50’sini, günlük almanız gereken yağ miktarının %83’ünü (fazladan eklenmiş yüksek miktarda doymuş yağ ve trans yağ da içeriyor), günlük almanız gereken sodyum miktarının %58’ini ve 108 gram ile günlük almanız gereken karbonhidrat miktarının %36’sını tek başına karşılıyor. Pek güzel bir tablo sayılmaz, değil mi? 3 öğünü de McDonalds’ta yiyince neler olacağına da bir bakalım mı?

Kahvaltı:

Minutemaid Portakal Suyu: Kalori (190), Yağ (0), Karbonhidrat (0), Kolestrol (0), Sodyum (39 mg)

Egg Muffin: Kalori (300), Yağ (12 g), Karbonhidrat (30 g), Kolestrol (260 mg), Sodyum (820 mg)

Mücver: Kalori (150), Yağ (9 g), Karbonhidrat (15 g), Kolestrol (0), Sodyum (310 mg)

Öğle Yemeği:

Big Mac: Kalori (540), Yağ (29 g), Karbonhidrat (45 g), Kolestrol (75 mg), Sodyum (1040 g)

Büyük Boy Patates: Kalori (500), Yağ (25 g), Karbonhidrat (63 g), Kolestrol (0 mg), Sodyum (350 g)

Diyet Kola: Kalori (0), Yağ (0), Karbonhidrat (0), Kolestrol (0), Sodyum (30 mg)

Akşam Yemeği:

Peynirli Big N’ Tasty: Kalori (510), Yağ (28 g), Karbonhidrat (38 g), Kolestrol (85 mg), Sodyum (960 mg)

Orta Boy Patates Kızartması: Kalori (380), Yağ (19 g), Karbonhidrat (38 g), Kolestrol (0), Sodyum (270 mg)

Oreo Bisküvili Mcflurry: Kalori (510), Yağ (17 g), Karbonhidrat (80 g), Kolestrol (45 mg), Sodyum (280 mg)

Kola: Kalori (0), Yağ (0), Karbonhidrat (58 g), Kolestrol (0), Sodyum (15 mg)

Toplamda:

Kahvaltı: Kalori (640), Yağ (21 g), Karbonhidrat (45 g), Kolestrol (260 mg), Sodyum (1169 mg)

Öğle Yemeği: Kalori (1040), Yağ (54 g), Karbonhidrat (108 g), Kolestrol (75 mg), Sodyum (1420 mg)

Akşam Yemeği: Kalori (1400), Yağ (64 g), Karbonhidrat (224), Kolestrol (130 mg), Sodyum (1525 mg)

Bütün Öğünlerin Toplamı: (2000 kalorilik besin programı temel alınırsa)

Kalori  (3080) Günlük Alınması Gereken Değerin %154’ü

Yağ (139 g) Günlük Alınması Gereken Değerin %214’ü

Karbonhidrat  (377 g) Günlük Alınması Gereken Değerin %126’sı

Kolestrol (465 mg)Günlük Alınması Gereken Değerin %155’ü

Sodyum (4114 mg) Günlük Alınması Gereken Değerin %171’ü

Bu korkunç sayıların yanına fast foodlardaki yapay katkı ve koruyucu maddelerini de ekledikten sonra neden fast food yemenin akıl kârı bir iş olmadığını ve bir kuruş bile harcamaya değmeyeceğini anlamanız daha da kolay bir hale gelir diye umuyorum.

Fast food ürünlerinde bulunan yağlar, karın bölgesi ve çevresindeki yağlanmalarla ve diyabet riskini artırmayla doğrudan ilişkilidir. Bir diğer yandan fast food’un (yetersiz beslenme düzeni yaratarak) çocukluk çağında oluşan obezitede önemli rol oynadığını kanıtlayan araştırmalar da mevcut. Görünen o ki fast food zincirlerindeki sağlıklı seçenekler bile gizli yağlar ve biyolojik olarak zararlı katkı maddeleriyle dolu. Fast food yemekten kaynaklanan sorunların hepsinin de bireysel ve ülke çapındaki sağlık masraflarını artırdığını unutmamak gerekir.

Size zarar vermekten başka işe yaramayan bir yemeği yemenin ne anlamı var? Gerçekten besleyici bir öğün yemek, sağlığınıza dikkat etmek ve tıbbi faturalardan uzak durmak için birazcık daha fazla para harcamak sizce de mantıklı değil mi? Uzun vadede sizin sağlığınıza zarar vermekten başka bir işe yaramayan fast food’un aksine sağlıklı yiyeceklere daha fazla para ödemek aslında size harcadığınız paranın tam karşılığını verir.

Bunun yanında sağlıklı yemek daha pahalı olmak zorunda zorunda da değil! Aslına bakılırsa dikkatli bir planlamayla sağlıklı yemek ve evde kendi yemeğinizi kendiniz pişirmeniz haftalık fast food’a ayırdığınız miktardan daha ucuz bile olabilir.

Sağlık yiyecekler yemenin sizi yeterince doyurmayacağını düşünüyorsanız, karnınızın doymasının kaloriden içeriğinden ziyade yediğiniz yemeğin yoğunluğu ile alakalı olan bir şey olduğunu unutmayın. 2 kilo ıspanak 400 kaloriyken 4 kutu abur cubur neredeyse 10.000 kaloridir. 2 kilo sebzenin sizi doyurmayacağını düşünüyorsanız eğer bence bir deneyin derim.

Dünyadaki insanların çoğu her gün (ortalama) aşağıda bulunan yemeklerden şu miktarda yiyor:

1000 gram et, süt ürünleri ve yumurta
750 gram meyve ve sebze
250 gram tahıl
250 gram şeker, yağ ve sıvı yağ
= 2.250 gram
= günlük yaklaşık 3.700 kalori

Peki ya bu yiyecekleri başka yiyeceklerle değiştirirsek?

1150 gram meyve ve sebze
500 gram tahıl ve baklagiller
150 gram fındık/tohum
150 gram et, süt ürünleri ve yumurta
50 mg şeker, yağ ve sıvı yağ
= 2000 gram
= günlük yaklaşık 2.075 kalori

Fast food’a harcayacağınız paranın fazlasını harcamadan çok daha fazla sağlıklı bir şekilde beslenebilir ve hala yediklerinizden tamamen hoşnut olabilirsiniz.

Paranızı besleyici özelliği olmayan işe yaramaz yemeklere harcamayın. Sağlıklı yiyecekleri kendinize yapmış olduğunuz bir yatırım olarak düşünün.

 

10- Özel okul ve üniversite

İçinde bulunduğunuz toplum ne derse desin, üniversiteye gitmek herkes için uydun değildir. Diploma ne başarıyı garantiler ne de işi. İşsizlik Türkiye’de şu anda %11 civarlarında ve üniversite mezunu gençlerde bu oran %20’leri bulmuş durumda.

Bir bölüm yeterince önemli değilse ve hatta gereksizse o bölüme boşuna gitmeyin. Fakat o bölüm sizin için önemliyse ve eğitimini gördüğünüz alanda bir işte çalışarak eğitime harcadığınız parayı geri kazanabilecekseniz o zaman diploma için sonuna kadar çalışın. Durumunuzu, hedeflerinizi ve diplomanın ne kadar gerekli olduğunu rasyonel bir şekilde değerlendirin. Her şeyin üstesinden o zaman gelebilirsiniz.

Eğitimin pek çok şekli ve yolu vardır. Toplumun sizi üniversitenin eğitimin tek yolu olduğuna inandırmasına izin vermeyin. Peki, sizin için üniversitenin alternatifleri nelerdir? Dünyayı dolaşmaya ne dersiniz? Sırt çantasıyla bir ülkeden diğerine seyahat etmek ufkunuzu genişletmek ve hayatta gerçekten neyi başarmak istediğinizi keşfetmek için harika bir yoldur. Ayrıca başka insanlarla tanışmak ve sağlam bir ağ oluşturmak için en iyi yollardan da birisidir. Eskilerden beri söylenen ‘Önemli olan ne bildiğin değil, kimi bildiğindir’ sözü geçerliliğini hala sürdürüyor. Gönüllülük ve stajyerlik de bir alanın size uygun olup olmadığı anlamak için binlerce doları heba etmeyeceğiniz bir seçenektir. Mesleki eğitime de başvurabilirsiniz hatta ve hatta kendi işinizi bile kurabilirsiniz.  Mark Zuckerberg adını hiç duydunuz mu? Facebook’u kurmak için bir diplomaya ihtiyacı olmadı.

İş kuran herkesin başarılı olacağı kesin bir şey değildir fakat hatanızdan çıkaracağınız ders ömrünüzün geri kalanı boyunca sizinle kalacak çok değerli bir bilgi olarak kalacaktır. PayPal kurucu ortağı Peter Thiel,  üniversite öğrencilerine okulu terk edip kendi işlerini kurması için 100.000 dolar vermektedir. Thiel’e göre:

Öğrenmek güzeldir. Akreditasyon ve borç ise çok kötü. Özel üniversiteler öğrencilere eğitim verirken aynı zamanda öğrencilerin geleceklerine borçla başlamasına neden olarak gelecek imkânlarını kısıtlıyor.

Benzer bir anlayışla çocukluğundan beri girişimci olan Cameron Herold, çocuklarda var olan girişimci yeteneklerinin farkına varmanın ve geliştirmenin önemine dikkat çeker. Herold sıradışı bir TED talk konuşmasında çocukların başarılı bir girişimci olmaları için nasıl yetiştirilmeleri gerektiğini anlatan bir konuşma yapmıştır.

Elbette toplumun kalıplarının dışına çıkacağınız için gergin olabilirsiniz fakat acele etmenize hiç gerek yok. Hayattan tam olarak ne istediğinize karar vermek için kendize biraz zaman ayırın. Toplum üniversiteye gitmemiz, mezun olmamız ve olabildiğince çabuk bir kariyerimize başlamamız konusunda ısrarcıdır. Her duyduğunuza aldırmayın! Hayat sizin hayatınız. Onu da siz yaşayacaksınız. Üniversiteye ya da koleje giderek hata yaptığınızın farkına sonradan varırsanız bu sizi kredi formları ve akıl almaz faiz oranları (%10 ve belki de daha yüksek) ile on yıllar boyunca uğraşmanıza neden olacak hatalardan kurtarmaya yetmeyecektir. Sizin için doğru olan şey değilse eğer üniversiteye para harcamanıza gerek yok. Eğitim almadan da becerikli bir birey ve toplumun başarılı bir parçası olabilirsiniz.

Üniversiteye gitmeme kararını sadece sizin verdiğinizi düşünüyorsanız üniversiteye hiç gitmemiş ya da üniversiteyi okurken terk etmiş başarılı insanların listesine bir gözatın.

Mutlaka okuyun: Okulu Bırakıp Dünyanın En Zenginlerinden Olan 8 Kişi

Bu listenin okulunu terk ettikten sonra başarılı olup soyadı ‘A’ ile başlayan ünlü insanlardan oluştuğunu da lütfen unutmayın.

 

11- Makyaj Malzemeleri

Türkiye’de bir kadın makyaj malzemelerine yılda ortalama 700 lira kadar para harcıyor. Dünyada 250, Türkiye’de 3 milyar dolardan fazla bir değere sahip olan bir sektöre harcanan paradan bahsediyoruz. Makyaj yapıp takınmış olduğunuz maskeye bakmaksızın sizi dış görünüşünüzle yargılayacak insanların yanında kendinizi daha rahat hissetmeniz için onca para harcıyorsunuz. Bunun yanı sıra günlük olarak yaptığınız makyajlar da cildiniz tarafından emilen, dolayısıyla kan akışına karışan kimyasallar yüzünden oldukça sağlıksız şeyler aslında. Hem paranızı harcıyorsunuz hem de sağlığınıza zarar veriyorsunuz.

Makyaj yapmak size ciddi anlamda güven sağlıyorsa şayet o zaman elbette fikrinize saygı duyar ve nedeninizi anlarım. Fakat ölçülü makyaj yapıp aşırıya kaçmamak çok önemli. İşte o zaman sağlığınız ve cüzdanınız fazlasıyla rahatlayacak.

 

12- Vitaminler

Birçoğumuza çocukken annelerimiz vitaminler içirdi, yetişkin olsak da kullananlarımız hala var ve kış ayları boyunca da bu vitaminler kullanılmaya devam edecek gibi duruyor. Muhtemelen söyleyeceğim şeyi biliyorsunuz ama ben yine de bir hatırlatmak istiyorum. Topraktan farklı renklerde ve şekillerde yetişen her gün yemeklerimizde yediğimiz yiyeceklerde de içtiğiniz vitamin haplarında bulunan vitaminlerin aynısı var. Hem de doğal olarak.

Vitamin takviyeleri, sırf içerisinde besleyici öğeler içeriyor diye tek başına besleyici öğeleri karşılayacak anlamına gelmiyor. Aslında, insanların vitamin takviyelerine başlamasının sebebi Nobel Ödüllü Linus Pauling denilebilir. Yıllarca yapılan deneylerden elde edilen bilimsel veriler aksini söylese de Pauling multivitaminin soğuk algınlığını ortadan kaldıracağı, kanseri tedavi edeceği ve ortalama yaşam süresini 150 yıla çıkaracağı gibi birçok mucizeye sahip olduğunu uzun bir süre savunmuştur. Aklınız karıştıysa karışıklığı ortadan kaldırayım. Pauling tamamiyle yanılıyordu.

Dünya çapındaki çoğu bilimsel çalışma, multivitaminlerin uzun vadede yarardan çok zarara neden olduğu konusunda aynı fikirde olsa da, çoğu insan hala günlük olarak multivitamin hapları kullanmaya devam ediyor. Bu kullanımın sebeplerinin başında kulaktan dolma bilgiler ve halka açık bir şekilde kolayca yapılan propaganda ve reklamlar geliyor. Bu propagandalar ve reklamlar, insanları multivitamin kullanarak yaşamlarını uzatacaklarına ve sağlıklı bir hayata sahip olacaklarına ikna ediyor.

Multivitaminlerin etkileri üzerine yapılan araştırmalarda buz dağının yalnızca görünen kısmına bakmanız bu vitamin haplarının ne kadar tehlikeli ve sağlığa zararlı olduklarını anlamanız için yeterlidir. Vitamin hapları ile sigarayı aynı kefeye koyabiliriz. İkisi de israf edilmiş paralardır. Vitamin ve ek gıda sektörünün büyüklüğü milyarları buluyor.

Multivitaminler, kâr etmek için insanlara hastalıkları önleyici ve tedavi edici özelliği olan bir gıda olarak satıldı. Vitamin haplarının kullanımını destekleyen ortada hiçbir bilimsel veri de yok.

Yapılan araştırmalar bu milyarlarca dolarlık pazarın sahtekarlıktan öte bir şey olmadığını defalarca kanıtlasa da, yapılan araştırmalar satışları etkilememişti bile. Üstelik sektör her yıl büyümeye devam ediyor.

Vitamin ihtiyacınızı sadece yemek yiyerek karşılayın! Tabii ki yediğiniz yemeğin Fast Food gibi paranızı israf edecek olan bir yemek olmamasına dikkat edin.

Yaratıcı olun ve araştırma yapmayı unutmayın. Sağlıklı olmak için vitamin haplarına ihtiyacınız yok!

 

13- Temizlik Ürünleri

Sizin eviniz de dahil içi temizlik ürünü dolup taşan en az bir dolap olan kaç ev var biliyor musunuz? Lavabonuzun hemen altında olduğunun farkında bile olmadığınız, üzerinde adını telaffuz dahi edemeyeceğiniz kimyasal adları yazılı, ne kadar tehlikeli olduğunun farkında bile olmadığınız bir sürü şişenin olduğundan adım gibi eminim. Lavabonuzun altındaki o biyolojik/çevresel zehirlerden oluşan şişeleri kullanmak yerine, kendi evinizde dakikalar içinde ve maliyetinin çok altında yapabileceğiniz birkaç basit, güvenli maddeleri kullanabilirsiniz.

İnternet kendi ucuz ev temizlik ürünlerinizi nasıl yapacağınıza dair bilgiler ve seçeneklerle dolup taşıyor. Bu temizlik ürünleri çoğunlukla beyaz sirke, rendelenmiş limon kabuğu, bazı eteri yağlar ve efsanevi kabartma tozu içeriyor. Kabartma tozuna efsanevi diyorum çünkü kabartma tozu istenmeyen kokuları gidermekten temizlik ürününe hatta ateş söndürmeye kadar birçok alanda kullanılarak tasarruf yapmanıza yardımcı oluyor.

Kabartma tozu ve beyaz sirkenin su ile karışımı, evde temizlenmesi ya da dezenfekte edilmesi gereken herhangi bir yerin üstesinden tek başına gelebilir. Küf mantarınından kurtulmak istiyorsanız çamaşır suyu yerine karanfil yağı kullanın. Bir yeri yağdan mı arındırmanız gerekiyor? Limon suyu kullanın, işte bu kadar basit!

Ufak bazı değişiklikler yaparak kaşla göz arasında evinizi ucuza ve zararlı olmayan ürünlerle temizleyebilirsiniz. Ayrıca çamaşır sularından ve deterjanlardan kurtulunca dolabınızda açılacak olan yeri de unutmamak gerek.

 

14- Elektronik aletler

Elektronik aletleri hepimiz seviyoruz. Neden sevmeyelim ki? Cebimize sığacak kadar ufak bir cihaz ile hayatımızı yönetebiliyoruz. Yeri geliyor alışveriş yapıyoruz, yeri geliyor yemeğimizi sipariş ediyoruz.

Biliyorum bu soruyu sorarken biraz dikkatli olmayalım fakat bu kadar alet edevata gerçekten ihtiyacımız var mı? Tabii ki ihtiyacımız yok ancak bu aletler hayatımızı da oldukça kolaylaştırıyorlar. Bu yüzden soruyu tekrar sorayım: Bu kadar sık bir şekilde yeni elektronik alet almaya gerçekten ihtiyacımız var mı? Telefonumuzu her 6-12 ayda bir, bilgisayarımızı 3-4 yılda bir yenilemeye gerçekten ihtiyacımız var mı? En son çıkan, kusursuz, akıllara zarar hıza sahip bir şeyi piyasaya sürüldüğü gün almaya ihtiyacımız var mı?

Hepimiz teknolojinin çok hızlı değiştinin farkındayız ve her gün çıkan yeni bir alet olduğunun da farkındayız. Son teknoloji bir alet aldıktan haftalar sonra çıkacak yeni modelde yer alan özellikler sizin son teknoloji aletinizi modası geçmiş bir alete çeviriyor. Her yeni çıkan ürüne yetişmek imkansız. Fakat yine de bütün bu “imkânsızlıklara” rağmen biz insanlar, toplumun “Batı hayali”ni gerçekleştirmek için azimle çalışıyoruz:

Her odada bir televizyon, bir masaüstü bilgisayar, bir dizüstü bilgisayar, bir tablet, bir akıllı telefon, yazıcı, daha hızlı internet, daha büyük televizyon, daha iyi bilgisayar, harici bellek, daha hızlı dizüstü bilgisayar, yeni kulaklıklar, daha gelişmiş akıllı telefon, daha da hızlı internet, yeni kamera, 3 Boyutlu televizyon, dört çekirdekli bilgisayar.. Bu böyle uzayıp gidiyor.

Yeni çıkacak iPhone modeli hakkındaki söylentileri duyduğun an elindeki iPhone modelinin artık modasının geçtiğini düşünmen sizce de tuhaf değil mi? Teknoloji endüstrisi, özellikle de ev teknolojisi, en son teknolojiyi HEMEN ŞİMDİ almanız konusunda o kadar ikna edici ve aynı zamanda üç kağıtçı ki anlatamam. Diğer bütün büyük endüstriler gibi teknoloji endüstrisi de teknolojik aletler için olan arzunuzu yeniden canlandırmada ve şu anda sahip olduğunuz teknolojik aletin asla yeterli olmadığı konusunda sizi ikna etmede oldukça başarılı.

Her 12 ayda bir Apple iPhone’un yeni bir modelini piyasaya sürüyor ve yeni telefonun çıkmasıyla eski telefon modasını anında yitiriyor. Satışları artmaya devam ediyor ve insanlar zorla kazandıkları parayı zaten ellerinde olan bir şeye harcamaya devam ediyorlar.  Sayısız cihaz, elektronik alet ve zımbırtı günlük bazda ‘yaşamlarımız için gerekli’ niteliği kazanıyor. Seninle sohbet etmek için her şeyi yapabilen bir aletten nasıl olur da bir yıldan az bir sürede sıkılmaya başlayabiliyoruz? Anneannelerimiz ve babaannelerimiz bütün gün çelik çomak oynamaktan sıkılmıyorken biz birkaç saatte bazı şeylerden sıkılabiliyoruz. Çelik çomak, o kadar basit bir oyun ki bütün oyunu sadece iki kelime ile anlatmanız mümkün: çelik ve çomak. Aynısını bir de Final Fantasy oyunuyla yapmaya çalışın. 20 tane Final Fantasy oyunu çıkmasına rağmen biz daha da fazla Final Fantasy oyununa ihtiyaç duyuyoruz. DAHA DA FAZLA!

Asıl acı olan gerçek ise çağdaş toplumlarda eldekilerle asla yetinilmez, hep da fazlası istenir. Aşağıdaki grafiğe bir bakın. Daha önce bahsi geçen acı gerçeğin kanıtı bu grafiktir.

Grafiğe göre:

— 1900 yılında ailelerin %10’undan azı evinde bir ocağa, elektriğe erişime ya da telefona sahipti

— 1915 yılında ailelerin %10’undan azı bir arabaya sahipti

— 1930 yılında ailelerin %10’undan azı bir buzdolabı ya da çamaşır makinesine sahipti

— 1945 yılında ailelerin %10’undan azı bir kurutma makinesine ya da klimaya sahipti

— 1960 yılında ailelerin %10’undan azı bir bulaşık makinesi ya da renkli televizyona sahipti

— 1975 yılında ailelerin %10’undan azı bir mikrodalgaya sahipti

— 1990 yılında ailelerin %10’undan azı bir cep telefonuna ya da internete erişime sahipti

Bugün neredeyse Türkiye’deki ailelerin %90’ı evinde e bir ocağa, arabaya, buzdolabına, çamaşır makinesine, klimaya, renkli televizyona, mikrodalgaya ve cep telefonuna sahip. Bu elektronik aletler yaşamımızı kolaylaştırıyorlar. Hatta bizi daha mutlu bile ediyorlar. Fakat yine de bize yetmiyorlar.

Bir önceki nesil ile karşılaştırıldığında herkeste her türden alet edavat var fakat insanların büyük çoğunluğu ya borç ödüyor ya da bir sonraki ayı zor getiriyor.  Peki, tek çözüm her şeyden elini eteğini çekip bir ücra köşede elektrik, elektronik alet olmadan münzevi bir hayat sürmek mi? Tabi kii hayır. Cevap o kadar da uç bir cevap değil.

Elektronik alet/aygıt alma sıklığınızı düşürün. İşte bu kadar. İnternette dolaşabildiğiniz, fotoğraf ve video çekebildiğiniz, ailenizi ve arkadaşlarınızı arayabildiğiniz, oyun oynayabildiğiniz, not alabildiğiniz, yapay zekâ ile sohbet edebildiğiniz ve göz açıp kapayıncaya kadar enlem ve boylamınızı tam olarak belirleyebildiğiniz sürece tamamen aynı işlevleri yerine getiren yüz veya parmak taramasıyla telefonu açmak için fazladan 1000 TL vereceğiniz yeni bir telefona ihtiyacınız yok. Elektronik aletlerin kendisi israf edilen para değil aslında tam tersi. İhtiyacınızın olmadığı sıfır aletleri bu kadar sık almak paranın israf edilmesidir. Pahalı elektronik alet alışkanlığınız için birkaç çözüme göz atalım:

Kendinize karşı dürüst olun. İhtiyacınızı karşılayan tek bir alet satın alın. Yenisine GERÇEKTEN ihtiyaç duyana kadar yeni bir alet almayın. Telefonunuzda dâhili bir kamera varsa son teknoloji olan 4300 TL değerindeki bir kameraya ihtiyacınız gerçekten var mı? Profesyonel bir fotoğrafçı değilseniz cevap hayır.

İndirimleri takip edin. Çoğu insan için indirimler, insanları aldıkları ürün ucuza geldiği için ‘geriye kalan paramla başka ne alabilirim?’ gibi düşüncelere sevk edebiliyor. Böyle düşünürseniz eğer indirimden ürün almanın bir manası kalmaz. İndirimleri takip edin fakat artan parayı ihtiyacınız olmayan başka bir şeye de harcamayın. Sabırlı olun. En iyi indirimler genelde hiç beklemediğiniz zamanlarda olur.

Yeni cihaz almaktansa var olanı geliştirin. Bilgisayarınızın ağırlaşmaya başladığını düşündüğünüz zaman yeni bir bilgisayar almaktansa bilgisayarınızın parçalarını yükseltmeyi deneyin. Bilgisayarınızda 8 GB RAM varsa ve bunu 16 GB RAM’a yükseltmeniz yeterli olacaktır. Bu tarz parça yükseltmeleri her zaman makul fiyatlarda olmasa da çoğunlukla size daha uygun fiyatlara mal olurlar. Fiyat karşılaştırması yaptığınızdan emin olun.

Fiyatların düşmesini bekleyin. Bir ürün piyasaya sürüldükten birkaç ay sonra fiyatı kaçınılmaz bir şekilde düşer. Teknoloji firmaları, bir ürünü veya bir teknolojiyi piyasaya sürmeden yıllar önce geliştirip tamamlar. Bir bakıma aldığınız ürün en gelişmiş, son model ürün veya son teknoloji olmaz. Piyasada gördüğünüz her şey aslında gelişme sürecinde olan fakat daha piyasaya sürülmemiş bir ürünün alt modelidir. Basitçe söylemek gerekirse son model, ‘en gelişmiş’ ürüne hiçbir zaman sahip olmayacaksınız. Bu sebeple iyi veya kötü, bir şekilde çalışan elektronik aletinizle birkaç ay ya da birkaç yıl daha idare etmek gerçekten bu kadar zor mu?

Aynı üründen birden fazla olmamasına dikkat edin. İhtiyacınız olan her şeyi halledebilen bir dizüstü bilgisayarınız varsa sırf dokunmatik ekrana sahip diye yeni bir tablet almanıza gerek yok. İnsanlar dokunmatik ekran olmadan da yıllardır yaşıyorlar. Siz de yaşayabilirsiniz.

Akıllı ve mantıklı olun. Erkekseniz ve uzun zamanlardan beri aradığınız bilgisayarı normal fiyatından %10 daha ucuzunu fakat pembesini buldunuz. Pembe bilgisayarı olan bir erkek oluverin gitsin. %10 az bir miktar değil.

Elinizde mevcut olan aletlerden memnun olun. Diğer bütün alışveriş türleri gibi yeni teknolojik aletler almak da bağımlılık ve statü sembolüdür ve nispeten biraz daha iyi çözünürlük ve daha fazla hard disk alanı için bağımlı gibi davranan insanlarla yarışarak paranızı çar çur etmeyin. Elinizdekilerle de yetinmesini bilin.

 

15- Dışarıda Birşeyler Yiyip İçmek

Banka hesabınızı sağlam bir şekilde sarsmak için dışarıda güzel bir akşam yemeği gibisi yok. Toplum, dışarıda bir şeyler yiyip içme fikrini romantikleştirerek yemek yemek için dışarıya çıkmayı bir olmazsa olmaz bir kuralmış gibi görülmesine neden oluyor. Kendinize gelin ve hemen evinizin köşesindeki markette çok daha ucuza alıp evde yapabileceğiniz bir yemeğe dışarıda komik derecede uçuk miktarlarda para bayılmanın romantik bir yanının olmadığının farkına varın.

Tabi ki, dışarı çıkıp yemek yemek bize hoş ve stresten uzak bir akşam sunsa da tıpkı elektronik aletlerde olduğu gibi asıl problem, dışarı çıkıp yemek yemeyi bir alışkanlık haline getirirsek ortaya çıkıyor.

İnsanların %61’i restoran harcamalarından tasarruf etmek istediğini söylüyor. Bunu gerçekleştirmenin tek yolu, özel günler dışında dışarıda yemek yememektir. Ailenizin veya arkadaşlarınızın sizi dışarıya yemeğe çağırdığı durumlarda onları siz kendi evinize davet edin ve dışarıda yemeyi neden tercih etmeyip neden evde yemeyi tercih ettiğinizi açıklayın. Peki, evde yemek pişirmek neden daha iyi bir seçenektir?

  • Evde yemek pişirmek daha ucuzdur. Evde yemek pişirmek daha ucuz olduğunun büyük ihtimal siz de farkındasınızdır fakat farkında olmadığınız şey dışarıda yemek yemeyerek ve bir şey içmeyerek ne kadar para tasarrufu yapacağınızdır. Bu yöntemle %40 veya daha fazla tasarruf sağlayabilirsiniz.
  • Evde yemek pişirmek fazlasıyla eğlencelidir.Yemek pişirme eylemi, beş duyunuzun hepsini kullandığınız bir sanat biçimidir. Yemeğin içine koyduğunuz şeylerin özellikleri, yemeğin kokusu, tadı ve sunumu bunların yanı sıra hazırlık yaparken çıkan çatal kaşık sesleri… Saydığım şeylerin hepsi yemek pişirme sürecinde oldukça önemli role sahip etmenlerdir. Yemek pişirmek aynı zaman da bir deneme yapma şansıdır. Evde yemek pişirerek kendi mutfak becerilerinizi test edebilirsiniz. Yemek pişirme sürecine çocuklarınızı da dahil edebilirsiniz ya da bir müzik açıp bir kadeh şarap açıp eğlenceli vakit geçirebilirsiniz.
  • Evde yemek pişirmek daha sağlıklı. Evde yemek pişirmek ruhsal, duygusal, finansal ve fiziksel açıdan tatmin edicidir. Malzemeleri seçmek ve yemek hazırlamak ruhsal bir uyarım sağlar. Eşinizle birlikte yemek pişirmek, birlikte daha fazla vakit geçirme imkanı sağlayarak daha güçlü bir duygusal bağ oluşturmanızı sağlar. Sodyum içeriği, yağ, kolestrol vb. şeylerin kontrolünü sağladığınız için dışarıda yiyeceğiniz yemekten daha sağlık bir yemek yemiş olursunuz.

Evde yemek pişirecekseniz ihtiyacınız olan şey, size güzel fikirler sağlayabilecek güvenilir tarif siteleri. Gerçekten de internet evde yemek pişirmek için harika fikirlerle dolu. Buzdolabınıza bir göz atın ve sonra Google’da elinizdeki malzemelerle arama yapın. Karşınıza lezzetli birkaç tarif kesin çıkacaktır. Hatta bazı siteler buzdolabınızdaki malzemelere göre size yemek tarifleri sunmaktadır. Olanaklar gerçekten sonsuz.

 

16- Lüks Oteller

İçinde özel havuzu, kuyruklu piyanosu, 12 odası ve fildişi mobilyaları olan bir otelde kalmak ne kadar havalı bir şey değil mi? Paranız çok olsa bile böyle bir yerde kalmak para israfı.

Dünyadaki en pahalı otellerde tabii ki kalabilir ve otel tarafından size sağlana özel kâhyanızla gün boyu güzel vakit geçirebilirsini fakat lüks bir uyku için bu kadar büyük miktarlarda para vermenin ne anlamı var ki? Her şeyden önce otelde kalmak için neden seyahat edesiniz ki?

En anlamlı ve hatırlamaya değer tatiller, günlük yaşantınızın gerçekten dışına çıkıp yeni ve heyecan verici bir şeyler denediğiniz tatillerdir. Ancak oda servisinden bir şeyler sipariş ettikten sonra klimalı odada son derece rahat yatağınızda yatarak geçirdiğiniz bir tatil üzgünüm ki bu kategoriye girmiyor.

Eğer doğru yapılırsa seyahat, kültürel deneyim ve kültürel eğitim edinme, sınırsız eğlence, yeni insanlarla tanışma fırsatı ve her şeyden önemlisi size kabuğunuzdan çıkarak daha açık fikirli ve çok yönlü birisi olma imkânı sağlar. Bu yüzde dünyayı gezip görün, otel odalarını değil.

 

17- Spor Salonları

Spor salonları, neredeyse hepimizin yapmaktan nefret ettiği hareketleri yapmak için kendimizi zorladığımız, evde ücretsiz bir şekilde yapabileceğimiz egzersizleri yaptığımız yerlerdir. Hem zaman hem de nakit israfı. Vücut geliştiren birisi değilseniz şayet spor salonlarına bir kuruş vermenize gerek yok.

Paramızı israf ettiğimiz birçok yer gibi spor salonları da milyarlarca liralık bir endüstrinin parçasıdır. Spor salonlarının ortalama üyelik ücretleri aylık 140 liradır ve insanlar spor salonlarına yaklaşık olarak haftada 2 kez gider. Spor salonlarına yönelik yapılan bir araştırmada şu sonuçlara ulaşıldı:

Yıllık spor salonu üyeliği satın alan üyelerin %70’i spor salonunun sağladığı imkanları gözlerinde büyütürler.

Aslında spor salonu üyeliği olan üyelerin %67 spor salonunun sağladığı bu imkânları kullanmıyor.

Kimi kandırıyoruz peki? Elbette kendimizi kandırıyoruz.

Egzersiz denen şey spor salonları olmadan önce yok muydu? Tabii ki vardı. Dışarıda koşmak ücretsizken neden para verip koşu bandının üstüne koşuyorsunuz? İlla kapalı bir mekanda koşacaksanız evinizde koşmayı deneyin. Neden düzgün bir şekilde şekillendirilmiş, oldukça ağır metal ağırlıkları kaldırıyorsunuz? Gidin ve ağır başka bir şey kaldırın. Sonuç aynı olacaktır.

Spor salonuna gitmek statü sembolü ve toplumsal gösteriş haline geldi. Spor salonunda egzersiz yapıyorsanız farklı açıdan düşününce spor salonlarının içine hapsoluyorsunuz.

Spor salonlarına para harcamak yerine evde, parkta ya da herhangi bir yerde ücretsiz olarak yapabileceğiniz egzersizleri yapmayı deneyin. Yogayı, jimnastiği, evinizin önünde yavaş tempoda koşmayı, 7 dakikalık tüm vücut egzersizlerini ve hatta bir yürüyüşe çıkmayı deneyin.

Egzersizleri günlük hayatınıza bile katabilirsiniz. Süpermarkette geziyorken, alışveriş arabanız dolsa da siz süpermarkette birkaç tur daha atmaya devam edin. Otobüse yürümek yerine koşun. Reklam arasında ayağa kalkın ve zıplayıp ellerinizi çırpın. Hatta egzersizi oyun haline getirebilirsiniz: Bilgisayar başında oturduğunuz her 30 dakikadan sonra 10 şınav çekin. Kendinizi Facebook’a girerken bulursanız 15 kez dik durup dizinizi 90 derece olacak şekilde kırarak öne doğru eğildiğiniz kalça egzersizleri yapın.

Profesyonel sporcu veya oldukça yüksek disipline sahip bir insan değilseniz spor salonlarına harcadığınız para israf demektir.

 

İlginizi çekebilir

Çok Para Harcıyorum Ne Yapmalıyım?
Tasarruf Etme ve Para Biriktirme Yöntemleri
Para Harcarken 2 Defa Düşünün!
Tuğçe
Tuğçehttps://www.linkedin.com/in/tugcenurirgas/
Henüz daha lisedeyken Avrupa Birliği Öğrenci Değişim Programı olan AFS'ye kabul edildi ve 1 yıl Hollanda'ya okumaya gitti. Dereceyle girdiği Yeditepe Üniversitesi "Çeviri Bilimi" bölümünden mezun olduktan sonra birçok firmada içerik üreticisi ve yerelleştirme hizmeti verdi. Şu anda ise Sony şirketinin Avrupa pazarına yönelik geliştirdiği projelerde "Proje Müdürü" olarak çalışmakta.
Mutlaka Okunması Gerekenler

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

En Çok Okunanlar