Nedendir bilinmez, problemi önceden görüp oluşmadan ortadan kaldıranları pek bilmeyiz… Ancak oluşan problemi çözen kişileri bilir ve takdir ederiz. ABD’li şair ve yazar David Whyte ise inisiyatif almanın, proaktif olmanın önemine vurgu yaparak kişinin “kendi yolculuğunun kaptanı” olması gerektiğini ileri sürer.
Yani ateşi söndürenleri değil, dumanı görünce hemen harekete geçenleri konuşmalıyız…
Peki bu düşünce yapısına nasıl sahip olabiliriz? Nasıl daha erken harekete geçip işlerin çığrından çıkmasını engelleyebiliriz?
Önce kendimize ve şairin dediği gibi “yolculuğa” bakmamız gerek. Çalışma hayatımızı bir yolculuk olarak görmeli ve bu yolculuğun kaptanı, lideri olmamız gerek.
Liderlik biraz da böyle bir şey aslında. Lider tehlikeli bir durum oluştuktan sonra sorumluluk alan, ona buna emir yağdıran değil, tehlikeli durumun ortaya çıkmasını engelleyen kişidir.
İş hayatının doğası her gün değişmektedir günümüzde. Güneşli günler olduğu gibi fırtınalı günler de çokçadır. Üstelik tüm bu olanların yanında bir de özel hayatımızın iniş çıkışları vardır. Dünyada ve ülkede yaşananlar vardır.
Böylesine karmaşık bir yolculukta kaptan olarak geminizi de düşünmeniz gerekir. Bir problem oluştuktan sonra çözüm bulacak zaman olmayabilir. Bu nedenle tehlikeli durumları ve riskleri daha henüz oluşmadan ortadan kaldırmak büyük bir liderlik meziyetidir.
Şair David Whyte’nin ve daha pek çok şair, filozof, düşünürün öne sürdüğü gibi “kaptanlık duygusu” geliştirmek, sorunları oluşmadan önce engellemek için şarttır. Böyle bir kaptanlık, liderlik duygusu hem sizin hem de çalıştığınız kurum için faydalı olacaktır.
Kişisel hayat ve iş hayatı, yolculuğa benzer. Detaylar bütüne bakınca anlaşılır, bütün ise detaylardan direkt etkilenir.
Şair ve yazar David Whyte, üniversiteden mezun olduktan sonra Galapagos Adaları’nda doğabilimcileri gezdiren bir gemide rehber olarak göreve başladı. Bir sabah uyandığında geminin demirinin bağlantı noktasından ciddi şekilde kaydığını fark etti. Geminin kaptanına koştu ancak onun uyuyakaldığını gördü. Üstelik tam o anda gemi kayalıktan aşağı düşmek üzereydi! Tam zamanında dümenin başına geçerek gemiyi kurtarmayı başardı David Whtye. Geminin kaptanı ise bunlar olup bittikten sonra uyandı…
Kaptan başta Whyte olmak üzere herkesi hayal kırıklığına uğratmıştı. Üstelik kaptan hem gece demir atma anında hem de gece vardiyası boyunca uyumakla meşguldü. Kaptan demirin doğru atıldığından emin olamamıştı. Hem de sabaha kadar gemi kayalığa doğru sürüklenirken bunu fark edememişti. Yani gemide rehber olarak bulunan Whyte olmasa herkes ölecekti. Dahası kaptan yeniydi, gemiyi ve gemide çalışanları çok az tanıyordu. Her geminin kendine göre özellikleri, hataları, kusurları vardır. Böyle durumlarda deneyim, rütbeden çok daha önemlidir.
Whyte’in başından geçen bu hikaye aslında iş hayatına dair önemli bilgiler içeriyor. İçsel bir kaptanlık hissine sahip olmak; yapılacak için temel amacını anlamak, bu amaca yönelik kararlar vermek, inisiyatif almak anlamına gelir. Bu kişinin işi olmayabilir, buna izni olmayabilir, bunun karşılığında ödül-terfi-tebrik almayacak olabilir. Hiç fark etmez… Kişi hem kendi hem de içinde bulunduğu kurumun geleceğini düşünüyorsa, uzun vadeli düşünüyorsa kritik anlarda “Bu benim görevim” dememelidir yani.
Liderlerin her an her şeyin kontrolünde olmaları gerektiği düşüncesini hemen herkes kabul eder. Ancak bazen lider konumunda olmayabiliriz ve mevcut ya da olası bir sorun karşısında harekete geçmeyiz, belki bundan çekiniriz. Kendi işimize odaklanırız, bize söylenen görev tanımından çıkmayız; çünkü böylesi daha güvenlidir. Eğer mesele ciddi ise lider, patron konumundaki kişi bu meseleyle ilgilenecektir ne de olsa.
Ancak şöyle bir mesele var: İşler kötü gittiğinde liderleri günah keçisi olarak görmek de epey kolaydır. Tüm sorumluluğun lidere ait olduğunu düşününce hatalarımızdan ders çıkaramayız. Birilerinin gelip bizi kurtarmasını beklediğimiz sürece hem şahsi liderlik yeteneğimiz gelişmez, hem de hayatta belli bir yönümüz, amacımız olmadığı ortaya çıkar.
Bir noktada ise mesele bizim problemimiz haline gelir. Hiçbir lider her şeyi öngöremez, her şeye müdahale edemez. Bir şirkette veya kurumda ne kadar yükselirseniz, yükselmek isterseniz inisiyatif alma ihtimaliniz de o kadar artar. Şayet bir lider, birlikte çalıştığı kişilere tam olarak güvenemezse, ufak bir sorun kartopu gibi büyüyerek içinden çıkılmaz bir hal alabilir.
Buna karşın bir personelin tüm özverisi kötü yönetim tarafından görülmezse kontrolü kaybettiğimiz, emeklerimizin takdir edilmediği hissine kapılabiliriz. Hareket geçmek, sorunu oluşmadan ortadan kaldırmaya çalışmak beyhude gelir. “Salla başını, al maaşını” gibi tehlikeli bir düşüncenin esiri olabiliriz. Lakin yaptığımız işi bir “yolculuk” olarak görürsek, bu yolculuğun bizi değiştireceğini ve değiştireceğini düşünürsek öğrenilmiş çaresizlikle mücadele etmek için kendimizde ciddi bir irade görürüz. Yani bir problemin büyümeye başladığını görüp gereken adımları atmazsak başkalarını “sorumsuzluk” ile itham edemeyiz.
Bir gemide herkes beraberdir. Bir sorun oluşursa herkes tehlikede demektir. Üstelik denizin ortasında su alan gemiyi onarmak da kolay değildir. Yani bir gemide herkes dikkatli olmak, yanlış olduğunu düşündüğü şeyler konusunda hareket geçmek durumundadır.
Whyte kayalıktan düşmek üzere olan gemideki deneyimini şöyle anlatıyor:
“Bize her ne kadar tüm sorumluluğun kaptanda olduğu söylense bile hepimiz bu probleme istemeden de olsa katkı sağladı. Uçurumun kenarında kimseyi suçlamanın anlamı yoktur. Eğer kayalığa çarpsaydık tüm gemi denizin dibini boylayacaktık. Öyle bir senaryo gerçekleşse hayatta kalma şansımız sıfırdı.”
Yani kişinin içsel bir liderlik hissine sahip olması, kendisini içinde bulunduğu yolculuğun kaptanı olarak görmesini sağlar. Birinin sırf “kaptan” rolüne sahip olması, diğer kişilerin elini taşın altına koymamasına gerekçe olamaz.
İçsel bir liderlik becerisi geliştirmek, kifayetsiz bir liderin hatalarını kapatmak ve liderden daha iyi olduğumuz anlamına gelmez. Kişi ne kadar iyi bir liderse, birlikte çalıştığı kişilerin inisiyatif almasına ve proaktif olmasına o kadar önem verir. Yani iyi bir lider, ekibini problem oluşmadan harekete geçmeleri konusunda cesaretlendirir, onlara uygun bir hareket alanı hazırlar. İyi bir lider ekibine davranışlarıyla örnek olur. İyi bir lider, özgür bir takım demektir.
Güçlü bir lider, takımına otonomi sağlar. Bunu yaparken onları eğitir, onların gelişmesini sağlar. Kaptanlık bir oluş biçimidir. Kaptan rolünün ayrılmaz bir parçasıdır ve herkese açıktır. Bir takımda herkesin gerektiğinde kaptanlık yapabilmesi için kaptan koltuğundaki kişinin yanındaki kişileri sorumluluk almaları için teşvik etmesi gerekir. Çalışanlarına ufak ufak test yapabilir, onlara küçük-büyük görevler verebilir ve çalışanlarının özgüven kazanmalarını sağlayabilir. İnsanlar bir ekibin genel başarısına katkı sağladıklarını düşündüğü zaman sadece kendi sorumluluklarındaki konuları değil, beklenmedik durumlara karşı da hassas olurlar. Bir personel çalıştığı kurumuna dair ne kadar çok şey bilir, şirketin başarısı için nelerin gerektiği olduğunu idrak ederse, o kadar proaktif davranır. Yani problemi daha küçükken çözmeye çalışır. Problemin oluşmasını sağlayacak durumları ortadan kaldırır. Çünkü iyi bir lider, ekibinin başarısızlık yaşamasını önleyen kişi değildir. Başarısızlık, hata her zaman olacaktır. İyi bir lider, ekibindeki herkese başarılı olmaları için gereken alanı, özgürlüğü ve sorumluluğu veren kişidir.
İçsel bir kaptanlık duygusuna sahip olmak, ekibin genel başarısını önemsemek anlamına gelir. Yani kaptanlık hissi tebrik, terfi gibi amaçlarla geliştirilemez. Eğer yaptığımız işlerde iyi sonuçlar almayı öncelik haline getirirsek odak noktamız problem çözmekten problemi daha oluşmadan yok etmeye kayar. Yani gemiyi fırtınanın ortasında kurtarmaya çalışmak yerine, ekstradan ikinci bir demir daha atarak geminin fırtınadan daha az etkilenmesini sağlamaktır esas olan.
Bir örnek… Yerdeki çöpü alıp çöp tenekesine atmak… Bir mekan ile ne kadar az bağ kurar, o mekana ne kadar az sorumlu hissedersek; yerdeki çöpü alıp çöp tenekesine atma ihtimalimiz de o kadar az olur. Kendi sokağımızda yürürken yolun ortasındaki bir taş parçasını alıp kenara atabiliriz. Çünkü o taş sokağımızda kaza olmasına neden olabilir. Tanımadığımız, bilmediğimiz, kendimizi yabancı hissettiğimiz bir sokakta bunu yapmak daha az gelir içimizden…
Pek çok şirket “önleyici”, “proaktif” davranışları ödüllendirmez, zira bu tür davranışlar görünmezdir. Bunun yerine problemi çözen, sorunu ortadan kaldıran kişiler tebrik, takdir edilir. Bu durum ise aslında bir kısır döngüye neden olur. Bir problemi çözmek önemli kabul edildiğinde problemin kendisi de o kadar önemli olur. Yani problem yaşamak o kadar normalleştirilir.
Halbuki sorun çözmek yerine sorunun oluşmasını ilk anda önlemek çok daha iyidir. Sorunu ortadan kaldırmaya çalışmak daha çok kaynak gerektirir, sorun büyümeden ortadan kaldırmak ise daha az…
İşte kaptanlık saikiyle, kaptanlık içgüdüsüyle hareket etmek bu nedenle çok önemlidir. Hem şahsi kariyer hem de şirket ikbali bakımından erken davranmak, daha az baş ağrısına gark olmayı sağlar. Korkuyla yüzleşebilmek, özgüvenli hareket edebilmek, hatalardan ders çıkarmak ise hem bir kişinin hem de bir şirketin sahip olabileceği en kıymetli meziyetler arasındadır.