Bundan 20 yıl kadar önce Paul Krugman şöyle demişti: “Verimlilik elbette her şey değildir ama uzun vadede neredeyse her şeydir. Bir ülke ancak kişi başına düşen verimlilik miktarını artırmayı başardığı takdirde zaman içinde yaşam standartlarını iyileştirebilir.”
Buradan anlayacağınız üzere verimlilik ve insanlar arasında hem karşılıklı hem de olumlu bir bağlantı var. Yani bir toplum ne kadar verimli çalışırsa insan sermayesine de o kadar yatırım yapabilir, neticede de bu toplumda maaşlar yükselir ve yapılan tüm akıllıca yatırımlar üretimdeki verimliliği arttırır.
Tabii maalesef günümüzde bu bahsettiğimiz çarka tabiri caizse çomak sokulmuş, çarkın işleyişi resmen bozulmuş. Son yıllarda gelişmiş ülkelerin çoğunda verimlilik neredeyse dibe vurmuş durumda. OECD’ye göre 2005 ile 2015 arasındaki 10 yıllık dönemin tam 7 yılında ABD’de işçilik saati başına düşen iş verimliliği %1’in altında kaldı. Ayrıca ülkedeki maaşlarda da dişe dokunur bir artış gözlemlenmedi. İçinde bulunduğumuz yılın mayıs ayında ülkenin işsizlik rakamları son 16 yılın en düşük seviyesine indi lakin benzer dönemlere kıyasla kayda değer bir maaş artışı olmadı. Elbette düşük verimlilik maaşları olumsuz etkileyebilir. Ancak son 10-20 senede ekonomik verimliliğin tavan yaptığı dönemlerde bile maaşların beklenen seviyelere ulaşmadığını görüyoruz. The New York Times’ın haberine göre 1966’dan itibaren 50 yıllık dönemin %84’lük diliminde ortalama maaş düzeyi, verimlilik ve enflasyona bakıldığında beklenen seviyede artış göstermedi. Üstelik bu 50 yıllık dönemin büyük bir kısmında artan verimlilik işçilerin değil şirket hissedarlarının ceplerini doldurdu.
Buradan hareketle cevaplanması zor olan şu sorulara varıyoruz: İnsan sermayesine yeteri kadar yatırım yapmadığımızdan dolayı mı verimlilik kaybı yaşıyoruz? Yoksa mevcut şartlar sürekli verimliliği azalttığı için mi insan sermayesine yatırım yapamıyoruz?
Eldeki kanıtlara bakarsak bu önermelerden ilkinin geçerli olduğunu söylemek mümkün. Peki o zaman durumu iyileştirip verimliliği arttırmak için ne yapabiliriz? İlk olarak insan sermayesine yeterli miktarda yatırım yapmaya başlayabiliriz. Bunun en belirgin ve doğrudan yolu da maaşları arttırmaktır. Ücret artışının yanı sıra eğitim ve sağlık hizmetleri gibi alanlara da yatırım yapılabilir. Hatta yeni fırsatlar keşfetmek ve mesleki gelişim imkanları sağlamak için zaman ve uzay gibi alanlara da yatırım yapmak uzun vadede yararlı olabilir. Ekip olarak yaptığımız araştırmalar sonucunda bu tarz yatırımların hakikaten olumlu sonuçlar doğurduğunu gördük. Çalışmamıza göre başarı sıralamasının ilk %25’lik kısmını meydana getiren şirketler zaman, yetenek ve enerji yönetimi gibi alanlarda gösterdikleri performansla sıradan firmalara nazaran %40 daha fazla iş verimliliği elde etti.
Şimdi iş dünyasında verimliliği artıran maaş, zaman ve enerji yönetimi olmak üzere üç farklı yatırım alanına şöyle bir göz atalım:
Maaşlar
Öncelikle hemen söyleyelim, maaşlar artınca ürün fiyatlarına zam gelecek ya da hissedarlar para kaybedecek diye bir kaide yok. Bu noktada ABD’nin MIT üniversitesinde öğretim görevliliği yapan Türk akademisyen Zeynep Ton’un argümanlarına değinmemiz sağlıklı olacaktır. Zeynep Ton’a göre dünyanın en iyi perakende şirketleri, müşterilere değer vermeyi mevcut operasyon stratejilerinin bir parçası haline getiriyor ve insan sermayesini çok iyi yönetiyor. Zeynep Ton’un verdiği örneklere baktığımızda bu tür şirketlerin müşterilerin haklarını kolladığını ve çalışanların da bu şirketlere bağlılığının yüksek olduğunu görüyoruz. Birbirine sıkı sıkıya bağlı olan bu iki unsur sayesinde müşterilere de daha iyi bir deneyim sunuluyor, ortaya konan ürünlerin kalitesi artıyor ve en nihayetinde hissedarlar kendileri için daha verimli sonuçlar elde ediyor. Öyle ki günümüzde büyük-küçük pek çok firmanın benzer konseptleri uygulamaya çalıştığını görüyoruz. Mesela Managed by Q adlı New York merkezli temizlik ve ofis hizmetleri şirketi çalışanlarına piyasa ortalamasının üstünde para ödemeye başladı. Şirketin bu tavrının sonucunda hem eleman hem de müşteri kaybı ciddi ölçüde azaldı. İşten çıkan kişi sayısının az olması sayesinde yeni eleman almaya gerek kalmadığı gibi yüksek müşteri memnuniyeti sağlanması da sürekli yeni müşteri bulma ihtiyacını azalttı. Dolayısıyla yeni eleman ve müşteri bulmak için yapılan masraflar da kısılmış oldu. Hatta hem müşterilerin hem de çalışanların haklarının kollanması öyle iyi sonuçlar doğurdu ki yüksek maaşlardan kaynaklanan para kaybı çok rahat bir şekilde telafi edildi. Tabii Managed by Q küçük bir şirket, şimdi yeri gelmişken büyük firmalardan örnek verelim: Perakende devi Walmart çalışanlarına daha iyi maaş, yan haklar ve eğitim vermek için 2,7 milyar dolar yatırım yapmayı taahhüt etti. Şirketin gözden çıkardığı paranın miktarına baktığımızda çalışanlara yatırım yapmanın ne denli önemli olduğunu görmek pek de güç değil.
Zaman
Birçoğumuz özel hayatımızda zamanı fazla umursamayız. Lakin iş hayatında zamana gereken önemi vermeyince büyük sorunlarla karşılaşırız. “Bilgi işçileri” diye tabir ettiğimiz ve genel olarak günümüzün beyaz yakaları kabul edilen çalışanlar için zaman adeta bulunmaz Hint kumaşı gibidir. Yaptığımız araştırmalara göre şirketlerdeki müdürlerin bir haftada masalarına oturup adamakıllı iş yapmak için yedi saatten daha az vakti oluyor. Bunun dışındaki tüm zamanlarını ise toplantılara girerek, e-posta göndererek veya 20 dakikadan daha az bir sürede alelacele iş yetiştirmeye çalışarak geçirmek zorunda kalıyorlar. Haliyle bu kadar kıt bir zaman döngüsünde faaliyet gösteren müdürler çoğunlukla ellerindeki işi düzgün yapamadıkları gibi bazen bıkıp usanıp duygusal çöküşler de yaşayabiliyorlar. İş verimliliğini sağlamak için inovasyona gerek olduğunu, bunun için de bolca zaman, yetenek ve enerjiye ihtiyaç duyulduğunu hepimiz biliyoruz. Peki o halde neden bu kısır döngüyü sürdürüyoruz?
İşte bu kısır döngüyü kırmanın yollarından biri günün her saatine “para” gözüyle bakmaktan geçiyor. Bu mantığı benimseyen şirketlerin de kurum içi karmaşıklık, verimsizlik ve zaman kayıplarını ortadan kaldırmak için hiç durmadan çaba sarf etmesi gerekiyor. Bu pozitif zihniyetin hakim olduğu firmalarda müdürlere çeşitli yeniliklere kafa yormaları için fazladan zaman tanınıyor, müdürler de bu sayede verimliliği arttırma potansiyeline sahip fikirler geliştirebiliyorlar. Mesela Toyota Üretim Sistemi’ni benimseyen şirketler “Kaizen” felsefesinden yararlanarak üretim bandındaki verimliliği arttırmaya çalışıyor. Söz konusu sistem kapsamında çalışanlara daha inovatif ve yalın çalışma yöntemleri geliştirmeleri için hem zaman hem de faaliyet alanı veriliyor. Benzer şekilde birçok şirket de süreçleri kısa vadede iyileştirmeyi sağlayan “Sprint” yöntemler kullanmayı tercih ediyor. Sprint yöntemler kapsamında elinden pek çok iş gelen yetenekli ekip üyelerine “Siz mevcut görevlerinizi bir müddetliğine bir kenara bırakın ve şirket süreçlerimizi iyileştirmek için birtakım çalışmalar yapın.” deniliyor. Hem Kaizen hem de Sprint uygulamaları ile inovasyona ve insan sermayesine muazzam miktarda yatırım yapılıyor. Bugün iş dünyasına baktığımızda LinkedIn’in “InCubator”, Apple’ın “Blue Sky” ve Microsoft’un da “Garage” adlı projeleri ile çalışanlarına çeşitli inovasyonlar geliştirmeleri için bol miktarda zaman tanıdıklarını görüyoruz.
Enerji
Belki de bir şirketin çalışanları için yapabileceği en büyük devrim, yeni iş kolları yaratmak ve ilham kaynağı olmak amacıyla gereken yatırımları yapmaktır. Şayet şirket bu yatırımları yaparsa üretim verimliliğini arttırmak için yeterli miktarda enerji sağlanmış olur. Bu noktada söylemeden geçmeyelim, bir yerden ilham alarak işine dört elle sarılan bir eleman sıradan birine kıyasla en az iki kat daha fazla verimli çalışır. Hatta böyle insanlar, işini sevmeden yapan memnuniyetsiz çalışanlara göre ise üç kat daha fazla verimliliğe sahiptir. Tabii sadece sekiz çalışandan birinin işini tam anlamıyla severek yaptığını ve bünyesinde çalıştığı şirketten ilham aldığını da belirtelim. Aslında yıllardır şirketler çalışan bağlılığını arttırmak için didinip duruyor ve ciddi miktarlarda yatırım yapıyor. Lakin hâlâ dünyanın çoğu yerinde çalışan bağlılığı seviyelerinin hayli düşük olduğunu gözlemliyoruz.
Peki şirketler bu olumsuz durumu nasıl değiştirebilirler? Şirketlerin durumu düzeltmek için yapmaları gereken ilk şey geleceği olan mesleklere odaklanmak. “Yaratıcı yıkım” olarak tabir ettiğimiz otomasyon, dijitalleşme ve sanallaşma gibi teknolojik ilerlemeler yüzünden maalesef çok sayıda iş kolu saf dışı kalacak. Ancak aynı zamanda bahsettiğimiz bu gelişmeler sayesinde de yeni meslekler ortaya çıkacak. Elbette ilham verici meslekler ve çalışma ortamları yaratmak için elemanları motive eden tüm unsurlar göz önünde bulundurulmalı. Ayrıca çalışanlara daha fazla özerklik ve hareket alanı da verilmeli. Günümüzde IBM gibi dünya devleri, yaratıcı stratejiler yoluyla çalışanlarını motive etmek için elinden geleni yapıyor. Avustralya merkezi ANZ bankası gibi bazı şirketler de Sprint gibi kısa vadede meyve veren yöntemleri benimsiyor.
İş dünyasına baktığımızda çoğu firmanın yıllardır verimliliği göz ardı ettiğini ve sadece “yeterlilik” üzerine odaklandığını görüyoruz. Bu yanlış politika yüzünden insan sermayesine yapılan yatırımlar yetersiz kaldığı gibi hissedarların uzun vadede elde ettiği gelir miktarı da oldukça kötü etkilendi. Aslında burada mesele paranın az olması ve şirketlerin bu yüzden yatırım yapamaması değil, adamakıllı fikirlerin eksikliğiydi.
Northwestern Üniversitesi’nde makroekonomi dersleri veren akademisyen Robert Gordon’a göre ABD’de “total faktör verimliliği” diye adlandırılan teknolojik inovasyonların etkisi ne zaman artsa ülkenin üretkenliği de artmıştı. Üstelik Gordon’un çalışmaları üretkenlikteki bu dönemsel yükselişlerin sermaye artışlarıyla yani firmanın çalışanları için harcadıkları para miktarıyla alakası olmadığını da ortaya koyuyor. Peki sizin iş dünyasında çığır açma potansiyeline sahip fikirleriniz var mı? Bu fikirleri kullanarak verimliliği ve üretkenliği arttıracak inovasyonlara imza atabilir misiniz? Dünyada bu dediklerimizi yapabilecek kapasiteye sahip pek çok insan var. İşte tam da bu nedenle biz maddi sermayeye değil insan sermayesine önem veriyoruz ve dünyada en ender bulunan kaynağın da insan sermayesi olduğunu düşünüyoruz. Haliyle bu ender kaynağa yatırım yapılırsa tüm dünyada verimliliğin arttırılabileceğine ve dolayısıyla ekonominin gidişatının olumlu bir ivme kazanabileceğine canı gönülden inanıyoruz.