Çarşamba, Kasım 20, 2024
Ana SayfaGirişimcilikHuawei ve Kurucusu Ren Zhengfei'nin Başarı Hikayesi

Huawei ve Kurucusu Ren Zhengfei’nin Başarı Hikayesi

Çinli çok uluslu bir telekomünikasyon şirketi olan Huawei bugün Samsung’un hemen ardından gelen dünyanın iki numaralı akıllı telefon üreticisi olarak nitelendiriyor ve bu Apple’ı resmi olarak geride bıraktığı anlamına geliyor.

Son yedi yılda piyasadaki rakip firmalardan hiçbiri Samsung ve Apple ikilisini ayırmayı başaramamıştı. Şirketin üst kadro çalışanlarının Huawei markasının yakın zamanda bir numaraya yerleşebileceğine olan inançları tam.

Peki, Huawei kim tarafından nasıl kuruldu?Hiç kimseye en ufak bir şey fark ettirmeksizin Apple’ı geçmeyi nasıl başardı? İş adamları, işletme sahipleri veya girişimcilerin bu tarihi başarıdan çıkarabileceği dersler neler?

Yazımızda Huawei şirketinin başarı hikayesine ve kurucusu Ren Zhengfei’nin hayatına dair ilginç bilgilere yer vereceğiz.

 

Mütevazi Bir Başlangıç: Huawei Şirketi Nasıl Kuruldu?

Gelin en baştan başlayalım. Huawei şirketinin kuruluş öyküsünden. Öykümüz bir hayli mütevazı. Modern başarı öykülerinin pek çoğu gibi kahramanımız Ren, Huawei’i hayatının en berbat günlerini yaşadığı sıralarda kurdu. Bir müşteri tarafından dolandırılıp 2 milyon Çin Yuanını kaptırınca mühendis olarak çalıştığı Halk Kurtuluş Ordusu’ndan atıldı, kendisi bir yandan da 41 yaşına gelmiş ve boşanmış olmanın yarattığı travmayı atlatmaya çalışıyordu.

Sizin de rahatlıkla tahmin edebileceğiniz gibi hayatındaki hiçbir şey iyi gitmiyordu. En karanlık dönemlerimiz-kaybedecek başka hiçbir şeyimiz olmadığı için olsa gerek-çoğu zaman sahip olduğumuz her şeyi riske atma cesaretini hat safhada hissettiğimiz anlarımızı oluşturur. Ren, kendinde birkaç meslektaşıyla bir araya gelerek Huawei adını verecekleri bir şirket kurma gücünü bulduğunda işte tam da böyle bir ruh halindeydi.

Huawei o dönem telekomünikasyon cihazları üretimi işinde değildi. Şirketin kurulduğu ilk günlerde yegane amaç gerekirse diyet hapları endüstrisine dahi atılıp satılabilecek herhangi bir şeyden para kazanmaktı.

Ren merakı, kıvrak zekası ve bol miktarda da şansın yardımıyla şirketinin müşteri odaklı girişimlerden yoksun ve aynı zamanda olağanüstü bir hızlı gelişmekte olan Çin telekomünikasyon pazarına girmesine neden oldu.

Dolayısıyla yeni bir işe atılmayı düşünen veya hali hazırda bir işletmenin sahibi olan girişimciler olarak kendimize şu soruları sormalıyız:

1. Huawei şirketine Apple ve Samsung’u dahi ürküten bu başarıyı getiren şey nedir?

2.Birkaç yıl önce adını dahi duymadığımız bu şirket nasıl oldu da bugün telekomünikasyon sektörünün küresel bir oyuncusu haline geldi?

 

Huawei Şirketini Kim Kurmuştur?

Şirketin kurucusu Ren Zhengfei’dir. Gezegenin gelmiş geçmiş en büyük teknoloji şirketlerinden birini kurmak için yıllarını harcadığından olsa gerek Ren Zhengfei tanınırlık seviyesi çok da yüksek bir yönetici sayılmaz. Hatta oldukça düşük bir profile sahip olduğunu dahi söylenebilir.

Çin telekomünikasyon ekipmanı devi Huawei şirketinin milyarder kurucusu bu zamana kadar medyayla pek fazla muhatap olmamayı tercih etmiş, başkaları konuşadursun o zamanını şirketinin hızla büyümesi için harcamıştır.

Ancak Huawei bugün kendisini küresel operasyonlarını hedef almış bir ABD kökenli bir karalama kampanyasının açık tehdidi altında hissettiği için bu düzeni değiştirmeye çalışıyor. 74 yaşındaki kurucu Ren artık şirketi, ailesi ve hayatı üzerindeki sır perdesini kaldırıyor. Kendisi Huawei’in karşılaştığı zorlukların aslında beklenilir şeyler olduğunu, bu nedenle de sıra dışı bir taraflarının olamayacağını belirtiyor.

Ren verdiği bir röportaj sırasında bu durumu şu sözlerle açıklamıştı: “Hayat benim için her daim zordu. Hiçbir zaman durgun bir denize yelken açamadım, çünkü tüm gençliğim altyapısal anlamda kötü olarak nitelendirilebilecek bir ailede geçti. Yani çok parlak bir geçmişe sahip olduğum söylenemez.Ufacık bir iş fırsatı için dahi inanılmaz bir çaba göstermem gerekti.”

 

1.Çin Ordusu İçin Çalışan Bir Mühendisti.

Ren’in Çin ordusuna bağlı olarak çalıştığı bu zaman dilimi herkesin dikkatini çekmiştir.

Kendisi 1974’de yani Çin Kültür Devriminin patlak verdiği ve yiyecek ile kıyafet bulma konusunda ciddi sıkıntıların yaşandığı yıllarda Halk Kurtuluş Ordusuna katılarak (PLA) mühendis olarak hizmet vermiştir.

Ren, gazetecilere verdiği bir demeçte bu dönemi şu sözlerle anlatır: “O sırada hemen hemen her yerde kaos hakimdi. Tekstil kaynakları öylesine kıt durumdaydı ki çoğu insan kıyafet bulmadığı gibi hali hazırdaki giysilerini yamayıp tamir etme fırsatı dahi elde edemiyordu.”

Ren, komünist hükumetin her bir vatandaşın en az bir tane eli ayağı düzgün kıyafete sahip olmasını sağlama odaklı planının bir parçası olan “Çin’in kuzeydoğusunda tekstil elyafları üretmek için kimyasal bir fabrika kurma” görevini üstlenmişti.

“Üniversiteye gitmiştim ve bu zor zamanlarda benim gibi insanlar bir şeylerin düzelmesinde kritik bir rol oynayabilirdi.”

Ren ve kendisi gibi asker olan yoldaşları sıfırın altındaki sıcaklıklarda derme çatma barakalarda uyuyorlardı, aylar boyunca turşu haline getirilmiş sebze yiyerek hayatta kaldılar. Ancak Ren o sıralarda gayet mutluydu çünkü Kültür Devrimi sırasında Çin’in başka bölgelerinde yaşayan insanlar çok fazla kitap okuduğu için hunharca eleştirilirken kendisi bu fabrikada istediği kadar kitap okuyabilme şansını elde etmişti, hatta fabrika “insanların kitap okuyabileceği nadir yerlerden biriydi”.

Ren’in ordudaki yarbaylık görevini üstlenme umudunu tümden söndüren şey ise aile geçmişi oldu. Kültür Devrimi sırasında babası Ren’in o dönem iktidarda olan Komünist Partinin bir üyesi olmasını zorlaştıran “kapitalist yönelimli” – kapitalizmi restore etmeye ve sosyalizmi yıkmaya çalışan- biri olarak görülüyordu.

Ren’in elyaf fabrikasında ekipmanları test etmek için gereken bir alet konusunda tersine mühendislik yeteneğini başarıyla sergilemesinin ardından yöneticilerinden biri onun parti üyesi olmasına yardımcı oldu. Fakat Ren asla askeri bir rütbe kazanmayı başaramadı. Orduya bağlı olarak yaptığı son iş inşaat araştırma enstitüsü müdür yardımcılığı göreviydi.

 

2.Teknoloji Devi Bir Şirket Kurdu.

Ren ordu deneyiminin ardından bir petrol şirketine bağlı olarak birkaç yıl çalıştı. Bu deneyimi 1987’de Huawei’i kurana dek devam etti.

O sıralar Çin piyasası en cafcaflı dönemini yaşıyordu ancak ülkenin ciddi anlamda zayıf olan telekomünikasyon altyapısı gerçek bir ilerleme kaydedilmesine engel oluyordu.

Sanayinin geliştirilmesi karar mekanizmaları için de birincil öncelik haline gelmişti ve devlete ait üç işletme – Great Dragon, Datang ve ZTE (ZTCOF) – piyasanın lider oyuncuları olarak algılanıyordu.

Huawei bu anlamda aykırı bir değerdi. Şirketin resmi tescili Çin’de özel bir ekonomik bölge olarak tanımlanan balıkçı köyü Shenzhen’de “özel bir şirket” adı altında gerçekleşti.

Şirket başlangıçta ekipman ve teçhizat ticareti işiyle ilgileniyordu ve küçük bir satıcı olarak algılandığından pek de umursanmıyordu.

Huawei pazar payını elde etmek adına büyük bir çaba sarf ederken kurucu Ren’in payına düşenler ise şirketin bu karanlık günlerinde yaşadığı ciddi depresyon ve kaygı olmuştu.

Ren, çalışanlarını uzun mesai saatleri boyunca çalışmaya ve işlerini güvence altına almak için ne gerekiyorsa onu yapmaya zorladı. Büyük şehirlerde rekabet etmeyi başaramayan Huawei başlangıç için Çin’in küçük kasabalarına ve köylerine odaklandı. Bu arada Ren boş durmayıp araştırma ve geliştirme konusunda ciddi anlamda büyük yatırımlar yaptı ve Huawei’i sektörün ileri gelen firmaları ile yani büyük rakiplerle rekabet edebileceği bir teknoloji yaratma konusunda cesaretlendirdi.

 

3.İşini Her Daim Ailesinin Bir Adım Önünde Tuttu.

Kendisi de çalışanları gibi uzun mesai saatleri boyunca çalıştığından üç çocuğuyla sağlam ilişkiler kurmak için çok az zaman harcayabildi.

Askerlik yaptığı yıllarda yılın sadece bir ayını ailesiyle geçirebiliyordu. Huawei’i  kurduktan sonra ise şirketin hayatta kalması için savaşmak zorunda kalmış, ofiste 16 saatini geçirir olmuştu.

Babalarıyla kısıtlı bir zaman geçirmelerine rağmen çocuklarından ikisi Huawei şirketinde kendisi ile bir arada çalışmayı seçti.

En büyük kızı Meng Wanzhou, şirket bünyesinde yıllarca çalıştı, hatta ana finans sorumluluğu saflarına kadar yükseldi. Ancak yüksek profildeki bu pozisyon onu ABD hükumetinin Huawei üzerine kurduğu baskının odak noktası haline getirdi. Meng, Aralık ayında Kanada’da tutuklandı ve halen daha dolandırıcılık yaptığı ve Huawei’in İran yaptırımlarını ihlal etmesine yataklık ettiği suçlamalarının iadesi için ABD ile mücadele ediyor. Kanuna aykırı uygulamalara alenen taraf olduğu ve görevini suistimal ettiğine dair tüm suçlamalarıysa inkar ediyor.

Ren, kızı Meng ile samimi bir ilişkileri olmadığını çünkü orduda geçirdiği zamanın buna engel olduğunu söylüyor. Meng Huawei’in üst düzey yöneticilerinden biri olmasına rağmen Ren kendisini doğrudan denetleme hakkına sahip değil, bu yüzden güçlü bir profesyonel bağlantıları dahi bulunmuyor.

Ren’in oğlu Meng Ping, Huawei şirketine bağlı kuruluşlardan birinde çalışıyor. İkinci evliliğinden olan kızı Annabel Yao ise Harvard Üniversitesi’nde okuyor.

Ren, hiçbir çocuğuyla yakın bir ilişkisi olmadığını söylüyor:” Bir keresinde onlara ailem ile daha fazla zaman geçirmemi mi yoksa sizin de katkılarınızla daha da büyütebileceğimiz bir platform yaratmamı mı tercih edersiniz diye sorduğumu hatırlıyorum. Çocuklarım ikinci seçeneği tercih etmişti.

Artık Huawei şirketinin kurucusunu yakından tanıdığınıza göre şirketin bugünkü konumuna erişmeden evvel ne gibi süreçlerden geçtiğinden ve başarısını hangi faktörlere borçlu olduğundan bahsedebiliriz.

 

Benzersiz Bir İş Gücü

Kurumlar içindeki insanlar olmadan hiçbir anlam ifade etmez. İçinde bulunduğumuz, kıran kırana bir mücadelenin yaşandığı günümüz dünyasında teknoloji sektörünün yüzde 99,9’unu temsil eden bilgi tabanlı firmalar bir çalışanın şirketine katacağı değerin gayet farkındalar.

İnovasyonun asıl kaynağı çalıştıkları firmanın entegre organları ile bir bütün içinde olduklarını düşünen motivasyonu yüksek, meraklı ve zeki çalışanlardır. Huawei bu kavramın önemini Silikon Vadisi insan kaynakları uzmanlarından çok daha önce anlamıştı. Huawei 1990’larda çalışan gelirlerinin üç unsura dayandığı bir çalışan hisse mülkiyet programı tasarladı: maaş, performans ve hisse senedi temettüleri.

Çalışanlara tazminat vermek yerine bu tür bir yaklaşım benimseyen Huawei bu sayede çalışanlarının kendilerini işe yaramadıkları an değiştirilebilecek ya da çok az inisiyatif kullanabilecek önemsiz birer personel olarak değil, şirketin genel başarısından kar sağlayacak şirket sahipleri olarak görmelerini sağlamak istedi.

Huawei’i çalışanların da üzerinde hak sahibi olduğu bir şirkete dönüştürmekle şirket bünyesinde çalışmakta olan en iyi yeteneklerin şirket saflarında kalmaları sağlandı ve böylelikle yetenekleri rakip firmalara kaptırma tehlikesinin de önüne geçilmiş oldu.

Kulağa komik gelse de Ren şirket hisselerinin yalnızca yüzde 1,4’ünü elinde tutmakta, hisselerin geri kalanı ise yaklaşık 82000 den fazla şirket çalışanına ait.

 

Öğrenme Odaklılık

Ren, Ar-Ge çalışmalarının Huawei’in rekabetçi stratejisinin bir parçası olduğunu bu nedenle de şirketin geleceği için büyük bir önem arz ettiğini iyi biliyordu. Bunu sağlamak için de üst düzey yöneticilerini alarma geçirdi. Yani, Huawei’i önceki yıllarda başarılı kılan her neyse bugünden itibaren demode bir yöntem olarak görülecekti. Bu da inovasyonun sürekli bir çaba haline gelmesi anlamına geliyordu.

Bu nedenle, şirket kurulduğu ilk günden bu yana, Ar-Ge’ye ilişkin yatırımlarını asla ama asla yüzde 10 seviyesinden aşağıda tutmamıştır ki bu oran Apple’dan yüzde 5, Samsung şirketinden ise yüzde 2,5 daha fazladır.

 

Ar-Ge: Küresel Bir Mesele

Huawei Ar-Ge departmanını yurt sınırları içinde genişletmekle yetinmek yerine dünya geneline yayılan Ar-Ge laboratuvarları kurmayı tercih etti. Şirket 2002 ile 2010 yılları arasında ABD, İsveç, Almanya, Rusya, Kanada ve İngiltere’de uzmanlık alanlarına yönelik 57 adet inovasyon merkezi ve bağlı kuruluş açmayı başarmıştı.

Örneğin, Avrupa 3G teknolojilerinin başlangıç noktası sayıldığından Huawei İsveç’in Stockholm şehrinde bir enstitü açmayı tercih etti.

Radyo frekans tanımlama yeteneklerini geliştirmek ve desteklemek için, bu özel alanda lider konumda olan Rusya’nın Moskova kentinde inovasyon odaklı yeni bir enstitü açtı.

Silikon Vadisi’nin uzmanlık alanları bulut bilgisayar, kodlama ve veri iletişimi olsa da şirket sadece orada değil aynı zamanda Dallas’ta da bu konulara yönelik olarak çalışmalar yapacak yeni bir enstitü açılmasını uygun gördü.

2015 yılı Ağustos ayı sonunda Huawei 255 bilişim teknolojileri laboratuvarı, bulut bilişim alanındaki gelişmeleri takip edebilmek için laboratuvarlar, araştırma enstitüleri ve geliştirme merkezleri kurmuştu. Böylece, toplam 30.000 personel istihdam ederek Ar-Ge departmanını bir hayli genişletti. Şirketin sahip olduğu 180.000 çalışanın 80.000’i AR-GE departmanında çalışmaktadır, bu da iş gücünün yaklaşık % 45’ine denk gelir.

Huawei bu inovasyon merkezlerini tüm dünyaya yayarak çeşitli alanlarda yetenekli ve eğitimli mühendislerle dolu, karmaşık konularda çalışan ve yüksek kalibreli teknolojiler üreten köklü pazarlara girmeyi başardı.

Ayrıca, Huawei’in inovasyon merkezleri bilgi paylaşımının sağlıklı bir biçimde gerçekleşmesini sağlamak için senkronize olarak çalıştıklarından son derece güçlü bağları olan kurumlardır.

Anlayacağınız Apple’ı geride bırakan Huawei’in 2017’de dünyanın en büyük 6. Ar-Ge yatırımcısı olmayı başarması hiç de şaşırtıcı değil.

Huawei 35.773 patente sahip ve şirket 2008 yılının önde gelen global patent başvuru firmalarından biri olarak tanınıyor. 2015 yılında ise Huawei tarafından sunulan uluslararası patent başvurularının sayısı rekor seviyeye yani tam 2.180.000’e ulaştı.

Keşfedilmemiş Pazarlardan Yararlanma

Apple markası yepyeni bir akıllı telefona sahip olacağım diye acele edip yaklaşık 1000 dolar ve üzeri bir miktarı israf etmekten çekinmeyenn zengin bir kitleye hitap ediyor. Ancak Huawei ürünlerini, Apple’ın hedeflemekte başarısız olduğu, hızla gelişmekte olan orta sınıf bir müşteri kitlesine ulaştırmak üzere fiyatlandırıyor.

Zaten Huawei’in Hindistan, Endonezya, Çin, Rusya, Güney Afrika, Nijerya, Endonezya ve Pakistan gibi ülkelerdeki pazar payını güvence altına alan şey işte tam da bu agresif fiyatlandırma stratejisidir.

Bu tarz keyfi ürünlerin satın alımı konusunda artan talep, ağ altyapılarına her geçen gün daha çok yatırım yapıldığı gerçeği ile birleşiyor ve halihazırda kurulmuş olan marka bilinirliği ile Huawei kendisini dünya hakimiyetine doğru emin adımlarla ilerlerken buluyor.

Huawei Avrupa sınırları içinde de muazzam bir başarı yaşıyor. Geçtiğimiz birkaç yıl boyunca pazarlama bütçesinin çoğunu Avrupa pazarına yönlendiren şirket çok sayıda yüksek profilli futbol takımı ile sponsorluk anlaşmalarına imza attı. Bu durumun bir sonucu olarak da Huawei’in Batı Avrupa’daki akıllı telefon perakende satış hacminde benzeri görülmemiş bir büyüme yaşandı. Hatta şirket 2018’in ilk çeyreğinde akıllı telefon satışlarının bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 38,6 oranında artış kaydetti..

 

Huawei’in Stratejik Ortaklıkları

Huawei agresif fiyatlandırma yoluyla pazarlama çabalarının yanı sıra Apple’ın hizmet vermekte olduğu orta sınıf pazarına ulaşmak adına Leica Camera AG, Google ve Porsche Design gibi saygın küresel markalarla sürekli ortaklıklar kurdu. Bu ortaklıklar bugüne kadar bir hayli olumlu sonuçlar vermiştir. Amerika – Çin ticaret savaşlarından Mayıs 2019’da nasibini alan Huawei, Google ile sürdürdüğü strajik ortaklık tehlikeye düşmüş olsa da kendisine uygulanacak yasaklardan güçlenerek de çıkabilir. Bazı duyumlara göre şirket bu kötü ihtimalleri düşünerek yıllar önce kendi işletim sistemini gelitirmeye başlamış bile.

Huawei’in Leica Camera marka bilinirliği ile harmanladığı gelişmiş Al kalite fotoğraf çekimi başarısını ispatlamış bir strateji olarak karşımıza çıkıyor. Teknoloji odaklı çevrim içi yayınlar ile sitelerin Huawei P30’u( 4 Lensli Kamera Sistemine sahip cep telefonu) Samsung Galaxy S10’un yanı başına,yani en iyi kameraya sahip cep telefonu kategorisine yerleştirmeleri hiç de şaşırtıcı değildir.

 

Müşteri Odaklı Bir Yenilik Anlayışı

Huawei son yirmi yılda köklü bir değişim sürecinden geçti- kendisini teknoloji odaklı bir şirketten müşteri odaklı bir organizasyona dönüştürdü. Öyle ki, yıllar geçtikçe Ren’in çalışanlarına neden sürekli olarak “gözlerini müşterilere, sırtlarını patronlara” çevirmeleri gerektiğini söylediğini şimdi çok daha iyi anlıyoruz.

Şirketin kurumsal yapısı üç işletme biriminde de- operasyonlar, işletme ve terminaller- müşteri odaklılığı sağlayabilme özelliği taşır: Bunu hiç aklından çıkarmayan birimler müşterilere en iyi hizmeti sunabilmek için disiplinler arası bir teknoloji ile çalışırlar. Bu türden bir stratejinin doğal sonucu olarak da Huawei dünya çapında tam 22 adet şube kurmuştur-sırf müşterilerinden edinebildiği kadar inovasyon fikri elde edebilmek adına.

Ayrıca üniversite bünyesinde çalışan bir grup araştırmacı tarafından yayınlanan bir araştırmada Huawei’in müşterilerinin objektif yorumları ve inovasyon  konusundaki yaratıcı fikirlerine karşı bu denli hassas oluşunun örnek alınması gereken bir yaklaşım olduğu savunulmaktadır.

Araştırmacılar binlerce müşterinin Huawei akıllı telefon modellerini incelediği bir çevrim içi yorum sitesini incelediler. İncelemenin konusunu şu 3 nesil Huawei model telefonlar oluşturuyordu: Huawei Mate 7, Huawei Mate 8 ve Huawei Mate 9.

Araştırmacılar kullanıcıların memnuniyet düzeyini analiz ettiler – yani,tüm yorumlar içindeki olumlu yorumlar şu yedi ürün niteliği baz alınarak  yeniden değerlendirildi: performans, görünüm, pil, sistem, ekran, kullanıcı deneyimi, fotoğraf çekimi, fiyat, kalite, ses ve video ve satış sonrası hizmetler.

Şaşırtıcı olan şey, Huawei Mate 7’deki performans, batarya, fotoğraf gibi özelliklere yönelik memnuniyet seviyesinin son derece düşük olması ancak Huawei Mate 9’un çıkması ile birlikte bu oranların büyük ölçüde artmış olmasıydı. Bu durum Huawei şirketinin müşterisinin ihtiyaçlarını dikkatle dinlediğini gösteriyordu.

Huawei’in ABD pazarına girme planını ötelemek için harcanan olağanüstü çabayı göz önüne alırsak son gülenin yine de Çin telekomünikasyon devi olduğu açıkça ortada değil mi? Apple, uzun yıllardır en az bir numaralı telefon sağlayıcısı Samsung kadar dişli bir rakiple hiç karşılaşmamıştı. Ancak bugün durum tamamen değişti. Artık akıllı telefon üretimi herhangi bir şirketin tekelinde değil ve sırf bu bile Apple’a karalar bağlatmaya yetecek bir sebep.

Son söz olarak Huawei’in başarısının aşağıdaki özelliklerden kaynaklandığını söyleyip yazımıza son verelim:

1.Güçlü ve motivasyonu yüksek bir iş gücüne sahip olmak

2.Ar-Ge odaklılık

3.Henüz keşfedilmemiş veya gelişmekte olan pazarlardan yararlanmak

4.Dünyanın lider ürün ve servis sağlayıcıları ile stratejik ortaklıklar kurmak

5.Müşterilerin ihtiyaçlarına ve ürünlere yönelik görüşlerine önem vermek

 

İlginizi çekebilir

Samsung’un, Kurutulmuş Balık İhracatı Yapan Bir Şirketten Teknoloji Devine Dönüşme Hikayesi
Apple’ın İflastan Kurtuluş Hikayesi
Mutlaka Okunması Gerekenler

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

En Çok Okunanlar